Sinema önündeki “Malkoçoğlu”lar!.. [04 Ekim 2007 Perşembe]

Arı Sineması açılıncaya kadar, pazar sokağındaki Yeni Sinema semtimizin tek sinemasıydı…
Film çıkışlarında, yarım salon dolusu çocuk; sanki bendini yıkmış baraj suları gibi kapıdan dışarı uğrar… Derin ve içten “haaaayy” naralarıyla birbirlerine hücum eder… Saçlarını titrete titrete “artis pozu” yaparak sanki aynı filmi yeniden çevirir ve hatta neredeyse filmde anlatılan sahneleri yaşardı!..
Mahallede; düz veya ters Cüneyt Arkın perendesi atmaya çalışırken düşmeyen, löngüürt diye omurgası üstüne serilmeyen çocuk yok gibiydi… Bunu yapamayanlar ise elleri üzerinde yan perende atarak sinemanın çıkış kapısı önündeki gösterilere katılırlardı…
Filmde bir tane Cüneyt Arkın olurdu elbette. Ama her filmin sonunda aniden otuz kırk tane “Cüney Tarkın” peyda olur ve hepsi de birbirlerine dalardı!..
Öyle ufak tefek sıyrıklara, yaralara, çürüklere kimse aldırmaz; böyle şeyler için eğer oflayıp poflayan, dudağını bükmeye kalkan olursa, ona anında “hanım evladı” damgası yapıştırılırdı:
-Bırakın o’lum şu muhallebi çocuğunu. Bunun canı çok tatlı. Onunla oyun filan oynanmaz!..”
Hah işte tam da bu laf, sanki bir “damgalı eşek” gibi öyle mimlerdi ki adamı; bunu duymaktansa bir araba sopa yemek… Sopayı yerken de dişini sıkıp, gık çıkarmamak evlaydı!..
Her kahrı çekerdi, her darbeye diş sıkardı bu bir sokak dolusu çocuk; lakin bir tek şey için öyle delilenir, öyle bir can havliyle saldırırdı ki; “o ithamı yapanın ölümü yakın” diye düşünürdü görenler!..
Damarlara bu kızgın ateşi akıtan; “haçlı” iftirasıydı!..
Bu çocuklardan hangisine olursa olsun, “haçlı” demenin, asla affı yoktu!
Bu “leke” mutlaka temizlenmeliydi ve uzatmadan, anında temizlenirdi de… Hem de orada, daha sinema önünde, pazar sokağından ayrılmadan!

Bizlerin, o yıllarda, adını “Cüney Tarkın” olarak bilip öyle söylediğimiz Cüneyt Arkın; yani Fahrettin Cüreklibatur isimli tıbbiyeli ve gayet yakışıklı bu adam; tek başına bir tarihtir! Kendine has öyle bir dönemdir ki, uzun zamandır bunu düşünüyorum. Her defasında da, ona karşı duyduğum saygı biraz daha derinleşiyor…
“Cüney Tarkın” abimiz kızların yüreğini hoplatmak yerine, bizim gibi çocukların kanını ateşlemeyi tercih etti hep… Malkoçoğlu, Battal Gazi, Kara Murat ve akla hayale gelen bütün kahramanları ve sonra onların oğullarını oynadı… Bir oku beş kişiye saplayıp, bir kılıç darbesiyle bir manga adamı ikiye biçti… Bir perende atıp Rumelihisarı’nın duvarına sıçradı… İki adım atan atın bile ayağından “labadalap labadalap” koşma sesi çıksa da, arka planda uçaklar, elektrik direkleri filan gözükse de, insanlar onların “filmde olduklarını unutmasınlar” diye konduklarını düşündü…
İşin hayret edilecek yanı; bunların hepsini, bu adam kendisi, dublörsüz yaptı; koşan atların altında gitti, arabaların peşinde sürüklendi; hisar burçlarından aşağı sallandı, uçurumlardan yuvarlandı; zorun zoru şartlarda, teknik imkânsızlıklar içinde…
Hiçbir şey yoktu, ama bir tek şey vardı; yürek! İnsan yüreğini koymuşsa ortaya engeller kalkıyor önünden, ‘zor’lar kolaya dönüyor…
…..
Beş yüz civarındaki Cüneyt Arkın filminde en çok dikkat çeken şey ‘haç’tır! Onun bütün düşmanlarının göğüslerinde, boyunlarında, başlarında, pelerinlerinde, kılıçlarında, kalkanlarında, kadehlerinde, yataklarında, kalelerinde, atlarında, arabalarında her yerde ve şeyde haç vardı… (Bu yazdığım cümlenin ehemmiyetinin idrak edilmesini ne kadar isterdim…)
…..
Evet, şimdi Cüneyt Arkın, kendine yeni bir hedef belirledi…
Bir zamanlar “haç”a dikkat çektiği Türk çocuklarına, şimdi de; “içki bütün kötülüklerin anasıdır” diyor. Okul okul dolaşıyor, seminerler veriyor, bir Yeşilay gönüllüsü olarak…
Ve dua almaya devam ediyor…
 

Stop
Muammer Erkul
04 Ekim 2007 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir