Sinyale bir saniye!.. [17 Mayıs 2002 Cuma]

Zaman; önceki binyıl. "Yirminci asır" denen, Milattan sonraki 1900’lü yılların son yarısı.
İstanbul…
Galata’daki kuleye çıksanız kendinizi şehrin "tepesinde" sanacağınız; ufka baksanız geniş arazilerle yeşil koruluklar göreceğiniz dönem…
Ve biz…
Ya adımlarımız çok küçük veya bu odalar, bu ev, bu bahçe çok büyük… Tuvalet dışarıda, yan duvara dayalı… Şimdiki yumuşacık kağıt rulolar yok ama kuyu şurda, su bol… Arkadan bakınca inanın her taraf ağaç, ve gökle deniz masmavi. Üstelik Emirgan korusundan, Büyükdere ve Sarıyer’e kadar muhteşem bir manzara seriliyor göz önüne… Vicdanı olan insan bir helada başka ne gibi bir lüks(!) arar ki?.. 

Oyunun "çiçeği"yim; yani hariçte bırakılmıyor, ama kovalansam tutulmuyor, görülsem sobelenmiyorum…
Yumdu biri ve herkes başka tarafa koştu saklanmak için… Ablam; "gel buraya" deyip bileğimden tuttu. Benim adımlarımla koşup kapısı açık kalmış helaya daldık… Burası karanlıktı, ama bazı deliklerden ince camlar gibi ışıktan çubuklar uzanıyordu yere… Birazdan gözlerimiz alışınca ablam;
"Şuraya bak!" Dedi… Baktım ki orda, duvarın tavana yakın köşesinde, büzüşmüş kedi yavrusuna benzeyen siyah bir şey var…
"O ne?" Dedim ablama. Cevap verdi:
"Yarasa!.." 

İlk defa o gün merak etmiştim yarasaları. Bildiğiniz gibi bu hayvanlar zaten görmediğinden önlerinin aydınlık olması önemli değil…
Peki yarasalar böyle karanlığın içinde, karmakarışık koridorlar ve engeller arasında; bunlardan hiçbirine çarpmadan, takılmadan ve hem de gözle takip edilemeyecek bir süratle nasıl geçiyor, geziyor, dolaşıyorlar?..
Cevap: Sinyalleriyle!.. 

Her an çalışan bir sistemleri varmış yarasaların… Bir radar gibi sürekli sinyaller gönderip, bu sinyallerin hangi mesafeye kadar gidip geri döndüğünü ölçerek, etraflarındaki boşluğu hesaplıyor, ve buna göre kanat çırparak; engellerin arasından, onlara çarpmadan, kendilerini parçalamadan sür’atle geçebiliyorlarmış…
Ne gibi, yani kimler gibi?..
Radarlarını her zaman açık tutan… Ve her bir sözünü söylemeden önce, sadece "bir an" durup, ölçmeyi hatırlayan insanlar gibi!..
Yarasaların aklı bile yok; ama sinyallerini açık tuttukları için kayalara toslamıyorlar!.. 

İşte, hani sanki "bin sene" evvel… Hani saklambaç oynarken ablam, ben ve o; üçümüzün aynı anda, aynı helaya saklanmış olduğumuz işte o yarasa, sanırım çok şeyler değiştirdi hayatımda…
Artık yarasalar kalmadı belki de şehirlerde… Ama şimdi resmini bile görsem, her yarasa sanki diyor ki bana:
"Ben, sürekli sinyaller gönderiyor ve bunları ölçerek yolumda gidiyorum. Sen de kafanın içindeki o radarı bul, ve çalıştır, ve her sözü söylerken "sadece bir an" bekle… Emin ol hissedeceksin nerede dilini ısırman gerektiğini, ve bir daha başını kayalara çarpmayacaksın!.."

Stop
Muammer Erkul
17 Mayıs 2002 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir