Sizinle ilgisi yok!.. [03 Haziran 2000 Cumartesi]

Sizinle ilgisi yok!..

Hani bazen; “…Şimdi birileri bu yazıyı okuyacak ve diyecek ki;
– Bu yazı sanki falanca için yazılmış… Ah keşke filan kişi de okusaydı da görseydi gününü!..
İşte bu yazı, aslında o duymasını, okumasını istediğiniz falanca kişiler için değil de, “Bu yazıyı filan kişiler de okumalıydı” diye düşünenler için yazıldı…”
Derim.
…..
Hani bazen de;
“…Yani demem o ki, işte bu yazı senin için yazıldı…
Yani şu an şu satırları elinde tutuyor olan sen… Bu satırları tam da şu an okuyan sen… Evet evet ‘sen’, senin için yazıldı!.. “
Derim ya…
…..
Bugün fark var ama, hadi rahatlayın…
Bugünkü yazı kesinlikle sizin için yazılmadı.

Siz bir gelin de olabilirsiniz, bir gelinin kocası da…
Siz bir gelinin kayınvalidesi de olabilirsiniz, kayınbabası da.
Şu an sizin kim olduğunuz hiç önemli değil…
Şu an her kim olursanız olun, bilin ki; bu yazının sizinle hiçbir ilgisi yok…
Bu yazı, köşebaşında aniden karşınıza çıktığı için çarpıştığınız yabancı bir adam kadar hem uzak hem de yakındır size!..
Bu yazı, tamamen; “diğerleri üzerinde gözlem yapabileceğiniz bir kapı aralamak için” yazılmıştır aslında… Onları seyredebilesiniz, mukayese edebilesiniz ve burdaki ana fikri, zaten tesbit etmiş olduğunuz görüntülerin üzerine bir şablon gibi koyup, bu tezi teyit edesiniz diye yazılmıştır.
Bu yazı aslında bir romanın anafikriydi…
Yine bu yazı bir deneme-araştırma çalışmasının… Ayrıca toplum psikolojisi üzerine kaleme alınabilecek hacimli bir kitabın bakıldığı açı… Perspektifiydi…
Bu yazıyı aslında bu kadar kısa yazmak oldukça zor oldu.
Bu yazıyı açmak için de aslında başka söze hâcet yok.
Bu yazıyı aslında bir başlık halinde bırakmak da mümkündü. Çünkü bu yazının “kendisini destekleyecek veya savunacak” başka kelimelere de ihtiyacı yok!..

Evet…
İşte, sizinle hiçbir bağlantısı olmayan…
Sadece üç kelimelik bugünkü yazı:
Ailenin mıknatısı gelindir.

Not: Geçenlerde, kocasının sülalesinde dargın olan iki kişiyi barıştırmak için bir gelinin yaptıklarını… Ve kimseye farkettirmeden akıttığı gözyaşlarını gördüm. Ve bütün kalbimle takdir ettim onu…
İşte o an, yaşadığım bütün hayatım boyunca… Ta ilk yıllarımdan beri bu konuyla ilgili duyduğum, gördüğüm ve öğrendiğim bütün bilgiler; bir arada ve bir anda, “sanki bir ayçiçeği gibi” açılıverdi önümde…
Çeşit çeşit örnekler geçti aklımdan… Ve sonunda anladım ki; bir ailenin mıknatısı gelindir…
Ve bugünkü yazı için sadece üç kelimenin yeteceğini düşündüm:
Ailenin mıknatısı gelindir.

———————————————————

Öldüreceksin
Yuttun mu dilini, konuşmuyorsun…
Tabii, her sorduğun bende cevaplı!
Bilmem ki; gizlice ne umuyorsun?
Kelepçe sözlerin, yüreğe saplı!
Gelen her kaosla tüter hasretin,
Böyle intikamın acı olmasın!
Lügatta karşılık, ‘beter’ hasretin,
Gözüme yakın da bana uzaksın!
Buzlar aramızda, nasıl erisin;
Yürek ateşimi söndüreceksen?
İklime baharlar veren birisin,
Beni de aşkından öldüreceksin!..
İlhan Palalı

——————————————————–

Buğday…

Ben bir inek olsaydım, “İtalyan denilen insanların, ovalar dolusu tarlalardaki buğdayları neden spagetti haline getirdiklerini” bana hiç kimse anlatamazdı…
Siz bir inek olsaydınız anlayabilir miydiniz fiyonk makarnayla düdük makarna arasındaki farkı?..
Sanmıyorum…

Size de bana da çok saçma gelirdi (bir an evvel ve hiç uğraşmadan yiyebileceğin) tarlalar dolusu buğdayı şekilden şekle sokma çabaları…
Mantı, kuskus, börek, pide, ekmek, simit, baklava… Ohhoo o!.. Bin çeşit yiyecek…
Ama hepsinin de amacı aynı;
İşte şuracıktaki tarladan toplanmış olan buğdayı, herhangi bir şekilde midene sokup seni beslemek!..

İnsan sayısı kadar denenmiştir ki; her bebek, ağzına konan yiyecekleri tanımak için, yutmak için ve hazmetmek için biraz zamana ihtiyaç duymuştur…
Ve kazanan hep “bebek” olmuştur…
Değil mi?..
…..
Ne olur ki bebekler biraz sabırlı olsa;
En azından ağzına konan yiyeceğin kendisine verdiği faydayı hissedinceye kadar!..

Stop
Muammer Erkul
03 Haziran 2000 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir