Sınav üstüne sınav
Geçen yıl bugünlerde de aynı konuyu yazmıştım… Ama herhalde kelimenin tam manasıyla başımıza gelen bu: Sınav üstüne sınav…
Büyük olmanın bedeli kolay ödenmiyor. Kolayca “devlet” olunamadığı gibi, “büyük devlet” de kolayca olunmuyor!
Sınav üstüne sınav… Başımıza gelen işte bu.
Şükürler olsun ki ne büyük imtihanlardan geçtik yüzümüzün akıyla. Ve karşımıza çıkanları da aşacağız inşaallah.
Deneye deneye, öğrene öğrene, adım adım ilerleyeceğiz…
Durmak yok;
Yaşadığımız zamanlara ve gezindiğimiz mekanlara “dur” denilinceye kadar, yani dünya dönmesine devam ettiği sürece…
Hayat Bilgisi imtihanıyla Toplum Psikolojisi sınavı arasında fark yok mu?.. Çarpım Tablosu’ndan beş almaya çalışmakla Matematik Mühendisi olmak aynı şey mi?
“Büyük” olmanın bedelleri ağır ve bu bedeller büyük olmanın müjdeleri… Burda dikkate alınması gereken çok önemli bir nokta var ki, o da şu;
Sınavlar ağırlaştıkça rağbet azalıyor…
Sınava girenler azaldıkça da “sorular” ağırlaşıyor…
Millet olmak… “Bir kalmak” herkese nasip olmamış… İşte örnekleri ortada; son yıllarda bile çevremizde “paramparça” olan ülkeler gördük.
Eleklerden geçiyoruz!..
Yirmi sene evvel bize denmiş olsaydı ki;
“İmtihan sorunuz şu: Size 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolacak PKK belası…” Ne yapardık, ne derdik?
En tepedekinden en uçtaki vatandaşa kadar ağız birliğiyle; “Eyvah, derdik… Biz kalırız bu sorudan!..”
Ama ne oldu?
PKK artık yok, ama biz varız!..
Aynı şey aslında!..
99’un Ağustos başında bize denmiş olsaydı ki;
“Sorunuz şu: Size 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolacak bir büyük deprem felaketi!..”
En tepedekinden en kenarda duran vatandaşımıza kadar ağız birliğiyle;
“Eyvah! Biz kalırız bu sorudan…” Demez miydik?
(Geçen yıl aynen şöyle sormuştuk bu soruyu:)
Daha öncekileri ve PKK sorusunu aştık da bu sınavdan kalacak mıyız?
Vaz mı geçeceğiz “büyük” olmaktan?…
Vaz mı geçeceğiz “bir” olmaktan?..
Şehit verdiğimiz, gene şehit verdiğimiz, ama gene şehit verdiğimiz bu topraklarda ölülerimizi bırakıp enkazların altında Rus bozkırlarına, Asya steplerine, Afrika çöllerine mi yayılacağız?.. Yahut, doluşup gemilere-sandallara “yeni kıtaları keşfe” mi çıkacağız?.. “Kim gelirse gelsin bu topraklara, kim yönetirse yönetsin kalanlarımızı!..” mı diyeceğiz?..
BAŞARI BİR YOLCULUKTUR…
BÜYÜK DEVLET OLMAK DA!
Ya “büyük kalmak?..”
Büyük kalmak; bitmez bir maraton, engelli bir koşu, pentatlon!..
Yenilenler şunu yanlış, bunu eğri, onu geç yapmış olanlar değil… Peki kim?
MAĞLUP OLANLAR; VAZGEÇENLER!..
Sırası değil belki ama söyleyeyim “müjde”yi: Bu deprem… (Tahminen) 30 bin cana ve 100 milyar dolara malolan bu zelzele… (Aynen 30 bin cana ve yine 100 milyar dolara malolan PKK gibi) son sınavımız değildi…
Başka imtihanlarımız var.
Çünkü vazgeçmeyeceğiz… Çünkü geri dönmeyeceğiz… Çünkü bizden bu kadar, demeyeceğiz.
Devam ettiğimiz sürece de yeni sınanmalarla karşılaşacağız.
Hepimiz bildiğimiz için,
“ÖLDÜRMEYEN DARBENİN BİZİ DAHA DA GÜÇLENDİRDİĞİNİ” işe koyulduk yirmişer tırnağımızla…
Bundan da “çok şeyler” öğrendik… Altmış milyon insanken, bir milyar ikiyüz milyon “tırnak” olduk ve kaldırdık enkazları…
Önümüzdeki “bütün sınavları” aşmaya karar verdik…
———————————————————
DAVET
Hani diyorum, 19 Ağustos’ta Ankara’da olursunuz da nikahıma gelirsiniz… Ah, dünyalar benim olur! Nikaha gelemeseniz bile eşim ve ben dualarınızı bekliyoruz. Allahü teala size, daha çok kişiyi huzura kavuşturacak yazma gücü ihsan eylesin. Sevgiyle… Celal
Pek çoğunuz bilmektesiniz ki Celal Ünver kardeşimiz Stop Köşesi’nin ve Sevgi Ailesi’nin demirbaşlarından, sıkı takipçilerinden ve (araştırmalarıyla da) katılımcılarındandır… Biz de onları; hanımını ve kendisini, mutluluk yuvalarına doğru dualarımızla ve yüreklerimizle uğurluyoruz…
Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)
10 Eylül
Babam okuluma telefon etti. Müdür yardımcısı Tuğba nerde, diye sordu. Herkes beni soruyormuş, bazıları öldü bazıları komada diye biliyormuş. Ümit hoca, Mazlum hoca ve Süleyman hoca ölmüş…
13 Eylül Pazartesi
Gölcük’e dönmemizle beraber 5.8’lik deprem oldu. Açılan okullar tekrar kapandı. Bazı binalar yıkıldı yine ölenler oldu.
14 Eylül Salı
Babam, annem ve ben halamın arabasıyla Gölcük’e indik. Okula uğradık. Ölenler listesine baktım. 8/A’dan Hüner ölmüş. (üstelik yaz başında girdiği konservatuar sınavlarında piyano bölümünü 1.likle kazanmış, müdür yardımcısı söyledi, kaydını bile aldırmış…) 10’lardan Ceren, Andaç, 8/C’den serviste arkamda oturan Merve, 9/C’den Eda, 7/B’den Gülay, Raşit ve Mert ölmüş. Müdürün iki kızı ölmüş. Çok ölen var tanıdık.
Gölcük’te kriz masasına gittik. Üniversite sonuçlarına bakıyorlardı. Murat’ın kağıdına baktım, Uludağ Üniversitesi Çevre Mühendisliği’ni kazanmış. Çok ağladım…
Tuğba
DEVAM EDECEK
Stop
Muammer Erkul
18 Ağustos 2000 Cuma