O mahallede oturduğumuza göre, ilkokula başlamama sanırım iki sene kadar var…
Evimiz taa yukarda…
Minik bacaklarım, yokuşların altında daha da küçülüyor sanki, ama bir azimle herkesi geçmeye çabalıyoruz hep… Bu, belki de o yaşta olanların, kendini ispat çabası!..
Aslında anlatacağım, o kadar da mühim bir hadise değil… Bilirim ki sizlerin çok daha önemli ve çok daha anlamlı hikâyeleriniz vardır…
Ama yazar olan,,, kim?..
Burası da bizim köşemiz!..
N’apalım ki ben sizin hatıralarınızı hatırlamıyorum…
Bana göre çook uzaktan… Yani, bahçe kapısına sarılmış mis kokulu hanımelinin gözükmeye başladığı yerde, dediler ki:
"Önden git de bak bakalım, ev soyulmuş mu?.."
Vvvayyy!..
İnanılmazdı bu!..
Sanki zaman değişti, ve ben değiştim… Sanki büyüdüm, sanki kocaman oldum ve sanki tabancalı bir polis, tüfekli bir asker, kılıçlı bir akıncı oldum…
Yokuş mu?..
O da ne!..
Ona kadar saymak uzun iş; daha üçe kadar saymadan yokuş bitmiş… Ben, kapısı bahçeye açılan tuvalet tarafından dolanmış, kuyunun yanından kıvrılmış, vişne ağacının köşesinden dönmüş… Ama evin denize bakan son duvarının ilk penceresinin altında "aradığımı" bulmuştum!.. Evet, şurda, şurda, ve şurda idi… Birer karış filan!..
Büyük bir ciddiyetle koştum… Hanımeli ağacının yanına henüz varmış olan bizimkilere, dedim ki:
"Soyulmuuuş, soyulmuş… İnanın ki ev soyulmuş!..
Gelin de göstereyim…"
Evin soyulmuş olmasını çok önemsediklerini bildiğimden ben de heyecan içindeydim…
Elimden kim tuttu bilmiyorum ama herkes ardımdan geldi.
Ben onları, penceresi mavi boyalı yatak odasının hizasına götürdüm ve (badanası) parça parça soyulmuş, dökülmüş duvarı gösterdim!..
…..
Bu "kahramanlığım" uzuun yıllar anlatıldı!..
Peki ben niye iki gündür hatırlıyorum o günü, bilmiyorum…
Eskiden "soyulmalar" evlerimizin sadece dış duvarlarındaydı; soyuklar minik dizlerimizdeydi ve körpe kollarımızdaydı…
Şimdiyse içimiz, içerimiz soyulmakta!..
Kan, oradan sızmakta!..
Belki de bunun içindir.
Stop
Muammer Erkul
03 Ağustos 2002 Cumartesi