İstim düdüğü [05 Kasım 2003 Çarşamba]

Vapur, mahallenin hizasına geldiğinde, sanki bizim için, mutlaka uzun bir düdük öttürürdü:
"Ffvvvvvvvp!.."
Bu, insanın içinden gelen sıcacık duygular gibi, vapurun da içinden çıkan sıcak buharlarla; "aman kimse kalmasın" gibisinden üflenmiş bir sesti, ve başka zamanlar çıkan "v’ooort!" sesine benzemezdi…

Sanırım ki kaptan, mavi suda iskeleye doğru kayan vapurun tepesindeki penceresinden, mahalleye doğru şöyle bir bakardı. Bilirdi ki, şu an; kahvaltısının son lokmasını ağzına tıkmaya çalışanlar var. Çay bardağının dibindeki son yuduma kıyamayıp, onu da yutmaya çalışanlar var… Hatta, hatta bir türlü açamadığı ikinci gözünü de açmak, pantolonunun bacaklarını merdivenlerde çekmek, kemeriniyse alt sokaktan geçerken sıkıştırıp, "labalap labalap" ayak sesleriyle "bu gün de işe gittiğini" herkese duyurabilmek için, işte bu "fvvvvvvp" sesini bekleyenler vardı… Benim gibi!..

Yazlık sinema ölüsünün yanından geçer ve iki durak koşardım. Caddeden iskeleye doğru kıvrıldığımda görürdüm ki; olgun, oturaklı, erkenci yolcular çoktan yerlerini alıp çaylarını söylemiş, çımacılar çözecekleri halatın başına geçmiş, geç kalanlarsa bir an evvel biletlerini alabilmek için gişede tepinmekte…
Çoğu zaman çoğumuz "atlama" sesleri arasında atlardık, artık hareket etmiş olan vapura,,, ama hep yetişirdik!..

Sonra… Uzun yıllar sonra bir şey oldu. Ya kaptan değişti, veya yeni bir kanun çıktı da bunu uyguladılar. Ama vapur, mahallenin önünden geçerken artık düdük öttürmüyordu!..
İskeleye sessiz sedasız yanaşıyor, beklemekte olan yolcuları yükleniyor ve son bir "vorrrt" sesiyle kayıp gidiyordu…
Bizler, son lokmalarımız avurtlarımızda, giyemediğimiz son kıyafetlerimiz koltuklarımızın altında, birbirimizi çiğneye çiğneye ve kan ter içinde iskeleye varıyorduk, ama nafile… İş işten geçmiş oluyordu!..

Ne değişmişti ve neden değişmişti, bilmiyorum…
Bildiğim, artık çoğumuzun yolu değişmişti. Çünkü o istim düdüğü heyecandı bizler için, ve "geç kalma, koş, yetişebilirsin" demekti…
İşte o değişikliğin ardından, artık (koşsak bile) nasılsa yetişemeyeceğimize şartlanıp, otobüs ve diğer vasıtaları kullanmaya başladık. Ama haftanın neredeyse her günü işlerimize geç kalmaya başladık!..
Vapur birilerini alsa da iskeleden, daha fazlası orda, öylece, iskelede kalıyordu; vapurun, artık, düdüğünü, yanaşırken değil de; "iskeleden ayrılırken" öttürmeye başlaması yüzünden!..
"Temkin" (ihtiyatlı davranma, tedbirli olma, sakınma) diye bir kelime duydunuz, değil mi?..

Hatırlarsınız, uzun yılların ardından, takvimlerdeki ve Ramazan imsakiyelerindeki "temkin vakti"ni kaldırmıştı birileri. Büyük tartışmalar da çıkmıştı bu yüzden… Sahur zamanının (yani, sanki iskelede kalma süresinin) başını yazan takvimler, birdenbire "sonunu" yazmaya başlamıştı!..
Ben, bu iki ayrı olayı, birbirine benzetiyorum. Çok kereler iskelede kaldığım için "temkin vakti konmamış" takvimler kafamı fazla karıştırmadı, anlamakta zorlanmadım. Orda yazan vakitten on-onbeş dakika erken kestim yemeyi, ve "vapuru" kaçırmadım!..
İşte bir zamanlar, bizim eski kaptanın yaptığı da aynen buydu…
İskelede kalacağı süreyi bir temkin vakti olarak haber veriyordu, ve bizi vapura binememekten kurtarıyordu…

NOT: Sultanahmet Camii’ne davet.
Bugün iftardan sonra Sultanahmet Kitap Fuarı’nın Nesil yayınları
standındayız. Yarın da, yine 18.00-21.00 arası A.Sırrı Arvas aynı yerde
kitaplarını imzalayacak..
Bekleriz…

Stop
Muammer Erkul
05 Kasım 2003 Çarşamba

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir