Sülaleden, hararetli biri gelmişti dedemin yanına. Sanki yeni bir şeyler öğrenmiş de onları va’zediyor gibiydi…
Yanlarına yaklaşıp konuştuklarını dinlemeye başladım.
“Çok kimselerden duydum, diyordu o adam…
Diyorlar ki;
Kur’an, aklı olanlara indiyse…
Ve aklımız da Kur’an ile buluştuysa, O’nda yazanları anlamak için, araya, neticede bizim gibi insan olan başkalarını sokmaya hâcet mi var?..”
Sustu dedem…
Sonra gene sustu…
Ben, onun ilk defa, bir soru karşısında çâresiz kaldığını sanıp, mahcubiyet içinde başımı omuzlarımın arasına çektiğimde, hâlâ susmaya devam etti…
Dışarıya verdiği nefesten yüzümüzün sanki alev alev yandığını hissettiğimizde anladım ki, bu susuş; bilmemezlikten, çâresizlikten veya başka bir şeyden değil… Böyle veya buna benzer düşünenler için hissettiği deriiin acı ve üzüntüdendi!..
“Bütün bebekler, dedi sonunda… Yanaklarına değen her şeyi ağızlarına almaya çalışırlar… Çünkü ağızlarına alıp emebildikleri her şeyden süt çıkacağını düşünürler…
Bebekler akılsız mıdır, sence?..”
“Tabii ki hayır” dedi adam.
…..
Sonra beni göstererek, dedem;
“Bunun bir kardeşi var, dedi. Başını yastığa koyar koymaz parmağını emmeye başlıyor. Bu durum bebekliğinden beri devam ediyor… Geçen gün “niye parmağını emdiğini” sordu birisi… O da;
“Ee, paymağımdan su çıkıyoy ya!..” dedi.
Çocuk parmağını emince su geliyor mu ağzına?. Evet…
Peki su, çocuğun parmağından mı geliyor?.. Hayır.
Bu çocuk şimdi akılsız mı?.. Hayır.
…..
Evet… Çocuk akılsız değil, yetersiz!..
Yani ne çocuk akılsız sanılıp suçlanır, ne de onun zannettiğiyle hükmedilir!..
Romatizma olan yüzlerce kalbi açtığı halde, kendi eklem romatizmaları için başka bir hekime koşan kalp cerrahı akılsız değil, yetersiz…
Bir insan, eliyle tutabildiği kendi organları karşısında bile yetersiz kalırken, acaba geçmişi, geleceği ve bütün kâinatı kapsayan; iç içe manâlardan oluşan bir muhteşem kitaptan kendi kafasına göre nasıl anlamlar çıkarmaya kalkışabilir?
…..
“En ehil kişi” olduğu için memleketi yürütme emaneti kendisine verilen devlet adamı motordan anlamıyor, kendi arabasını yürütemiyor ve oto tamircisine gidiyorsa akılsız değil, o konuda yetersizdir…
Bunlardan, belli ki şunları anlıyoruz.
İnsan aklının sınır çizgisi kendi yaşıyla çok alakalı…
İnsan aklının sınırları kendi kapasitesiyle de çok alakalı…
Ayrıca bu sınır, yine karşılaştığı diğer akıllarla da değişiklik göstermeye müsait…
Ama her zaman, her akıl, ancak (bir mahluk olan) kendi kapasitesi kadar alma ve düşünme gücüne sahiptir…
Kendimiz kendimizi düşünürken gülüyoruz ya bazen, bir zamanlar neleri nasıl zannettiğimiz için nasıl yanılgalarda olduğumuza; aynen, mikrobu tanımayan bebek veya parmağından su çıktığını sanan çocuk gibi!..
Ancak aklının adım atabildiği yeri var sayan sayısız filozofun, kendi akıllarına yol açtığı halde, günün birinde meğer hiçbir şey bilmediklerini kavrayıp üzerlerine basıp geçtikleri öğretmenlerinden az ileride kendi üzerlerine de basıldığı gibi!..
İnsan aklı her zaman ve her şartta değişkendir…
Dolayısıyla “insan aklının” keşfedip ortaya koydukları da değişkendir!..
Çünkü bugüne kadar konmuş bütün “kanun”ların bile ömrü, ancak yeni kanunların geldiği zamana kadardır…
İşte akıl, bunları anlamak içindir;
Akıl; dinin bir bütün olduğunu, bir program olduğunu kavramak içindir… Bize kadar hiç değişmeden aktarılagelmiş bulunan bu dini, kendi anlayışına, kavrama kapasitesine göre değiştirmek, şekillendirmek için değil!..
Ki o zaman “her akıl için ayrı bir din” karmaşası ortaya çıkar ki, bunun adı din değil, sapıklık olur!..
Akıl sahibi herkes gibi, senin de bunları anlayacak kadar zekî olduğunu biliyorum…
Yanılmıyorum, değil mi?.”
…..
Aradan uzun zaman geçti. Ben, birilerinden duyduğu o zavallı düşünce kırpıntılarını dedeme anlatmaya çalışan adamın ne cevap verdiğini hatırlamıyorum bile. Ama sanki o yaşımda bütün laflar bana söylenmiş gibi, uzun zaman, büyük bir dikkatle her cümleyi tekrar ederken neler düşündüğümü bile hatırlıyorum.
Düşünün, siz de bambaşka derinlikler anlayacaksınız.
Stop
Muammer Erkul
19 Şubat 2001 Pazartesi