Sükûnet
Lütfen bu yazıya konsantre ol…Lütfen bu yazıyı yavaşça oku.
Bütün ağırlıkları at üzerinden; kendine, suyu üzerinde kayabileceğin bir kuğu gölü bul…
Sakin ol;
Ve bu yazıyı yavaaaş yavaş oku.
Kelimelerin sesi yok.
Mânâları var.
Bütün seslerden uzaklaşıp, mânâları dinle. İmajları bul.
Biliyorsun değil mi gözlerinin ne kadar güzel olduğunu?.. Şimdi bir süre kapat onları, ben bile göremeyeyim. Ama sen başka şeyler gör.
Köpük dolu ılık birküvetin içindesin…
Boynunda ve omuzundaki minik baloncukların patlayışını, mutluluğun seni öpüşü olarak hisset.
Duy o duyulmaz pıtırtıları;
Doyulmazlığı yaşa…
Ne kadar sessiz burası… Sanki dünya yok gibi!.. Boşver, sen kendi içinde var olan dünyana açıl…
İşte şimdi, bu sessizlik ve huzur anında tekrar gözlerini kapatıyorsun. Hadi…
Çıt yok… Hiç kimse yok…
Rüzgar yok… Kuşlar da yok.
Hayret ki; ne zamandır böyle yumuşacık, göz alabildiğine uzanan yemyeşil bir çimene yalınayak basmamışsın… Hayret ki; ne zamandır böyle ciğerlerini acıtırcasına çayır kokusunu çekmemişsin içine…
Oohhh!..
Hey, bak orda bir hediye var sana…
Yo. Şu yanda.
Basabileceğin bütün zemini kaplayan bu yemyeşil kere yemyeşil çimenlerin üzerindeki tek farklı nokta:
Sana gülen gelincik…
Diyor ki:
Gül bana…
Ve gıdıklanarak nemli temaslarından yumuşak çimenlerin;
Gel bana…
Yaklaş. Sadece seni görmek ve beni görmen için uzadı boyum. Üstelik sana verebilecek bir tek hediyem var yalnızca: Ben.
Eğil şimdi. Çök başıma. Yapraklarımın arasındaki kapkara gözlerime bak. Ta içine…
Kendi gözbebeklerime kendi el yazımla yazmıştım onu. Ve hiç kapatmadım gözlerimi, sen okumadan silinmesin diye.
Oku artık. Duymak istiyorum.
“Seni seviyorum…”
Bu yazıyı yavaş oku demiştim… Bitmesin diye. Keşke daha da yavaş okuyabilseydin…
Nereye kadar?
Bıçağı gören bir kurban gibi;
Kaçmak…
Kaçmak en uzaklara; kendimden bile kaçmak!
Kaçmak ama nereye, ne vakte kadar kaçmak?
Kim bu aynamdaki adam?..
Tanışmıyoruz bile!..
Bulutlar gibi dağınık saçlar kimin? Hani gözlerindeki binlerce yıldız?
Ve nasıl geceyle gündüz gibi yırtılmışçasına ayrılmışız birbirimizden?
Hangisiyim ben?…
Kimim ben?
Ben;
Ben miyim?…
Böyle zamanlarda yolların bomboş olduğunu ben biliyorum, ben görüyorum…
Böyle zamanlarda kabristanın tek ziyaretçisi benim…
Böyle zamanlarda herkesin uğraşacak bir işi var. Herkes meşgul… Ben?..
Ben, alıp kendimi taşımışım meraya; tek işimle meşgulüm, kendimle!..
Bu beni ben mi istedim, bilmiyorum.
Sokuldu içime… Veya sokuldu içime!
Ne farkeder?
Hadi çöz şimdi, sök şimdi, ayır şimdi…
Demokleees;
Kılıcın nerde?!..
Etna;
Anlıyor musun beni?
İçimdekiler, için dekilerinin aynısı…
Üstelik benden fışkıranlar kendi üzerime yağıyor bir de!
Burası çok sessiz…
Kulaklarımdaki uğultular da olmasa sessizlik sağır edecek beni!
Burası çok sessiz; orda, uzaktaki kuşun beynimdeki uğultulardan ürküp kaçtığından beri!
Anlamıyorum; rüzgar neden parmaklarının üzerinde yürüyor bugün? Ve boyu bir karışa yaklaşmış tarlalar dolusu ekin neden titriyor böyle?..
İçimdeki mahpus fırtınalar mı sızıyor yoksa dışarıya?..
Söyleyin;
Burası neresi, ben neredeyim?
Bilmiyorum, ama bildiğim şu ki, bir zamanlar doğru noktadan geçmişti yolum… Dönsem, geçtiğim yollardan geçsem, bulurum yine aradığım adresi…
Değil mi?
Kim bu aynamdaki adam?..
Kim soktu onu benden habersiz içime?..
Kim vurdu bana bu prangaları?..
Nasıl oluyor da hem kasap hem kurban oluyorum?
Heey; içimdeki toslaşmalardan ürken kuş!.. Bana bir şarkı söyle…
Ve hey fırtınalarımdan titreyen ekinler, okşayın saçımı… Bir gün kurban olduğumda “kurban olunası”ya; saçlarım karışacak bulutlara ve düşecek alnım ayağınıza… O zaman bitecek sorular veya sorular başlayacak!… “Kaçmak en uzaklara, kendimden bile kaçmak… Kaçmak ama nereye, ne vakte kadar kaçmak?” Deyişlerim bitecek…
Stop
Muammer Erkul
09 Eylül 1999 Perşembe