Siz de şimdi beni yazar filan zannediyorsunuzdur!
Halbuki, dedem olmasaydı ben ya balıkçı olur veya pazarcı kalırdım…
Ya da, diğer açıdan bakınca; sadece dedemin hikâyelerini anlatıp, söylediklerini aktarsaydım gene yazar olurdum! Çünkü birkaç damla balın tadını alırdı okuyanlar; keçiboynuzu yığınlarının yanında!..
Okurdan çok yazar olan bir devirde; yazmak mı zor, okumak mı?..
Üstelik, yanlışı okusan; gözüm takıldı, diyebilirsin hesap gününde… Peki, yazmışsan; “elim takıldı” mı diyeceksin?..
Demirciii, oduncuu, tuğlacııı, gelin bakalım buraya;
Kimden aldınız aldıklarınızı ve kimlere neler sattınız?..
Kalp gözü açık adam; kalp gözünün açık olduğunu, kafa gözünü kapatmadan söyler mi hiç?..
O zaman da; söylese neee, söylemese ne!..
…..
Kalp gözünün açık olduğunun bilinmesini, ancak açıkgözler ister! Yani pohpohu insanlardan bekleyenler!..
Al sana pohpoh öyleyse, hem de istediğin kadar…
Dünya altından bir portakal, soyduğun senin olacak!.. Soy bakalım, soymaya çalıştığın kabuğun altına girinceye kadar!..
Acın mı var?..
Acıyacaaak, kolay değil… Çünkü;
Dalına konduğu gülün dikeni canına saplıyken şakıyabilene bülbül diyorlar!
Hani şu, ağlamaz bilinen dedemin gözleri dolmuştu gene… Kolumu tutmuştu parmaklarının ucuyla… Kenarda duruyorduk…
Önümüzden yol dolusu sığır geçiyordu; sürü halindeydiler… Renk renktiler; beyaz inekler, sarı inekler, siyah inekler, koyu sarı, kırmızıya kaçan, kahverengini andıran inekler… Danalar, boğalar, buzağılar…
Mırıldanır gibi;
“Sığırlar, sığırlar gidiyorlar, demişti dedem…
Sığırlar, gidiyor ama… Aslında sığırlar sürülüyorlar, güdülüyorlar, götürülüyorlar…
Yanlarında, arkalarında, onları sürenler var, çobanlar var!..”
…..
Sonra bana bakarak;
“Sopa kimin elinde, oğlum… Kimler sürüyor bu sürüleri, nereye doğru sürüyorlar” demişti…
Ama ben, hiçbir şey diyememiştim…
Ben de sizin kadar anlamamıştım zaten dedemin ne dediğini ve neden ağladığını…
Veya, sadece sizin kadar anlamıştım!..
Stop
Muammer Erkul
04 Haziran 2006 Pazar