Susuyorum…
Susuyorum;
Sana!
Sen, susuyorum sanıyorsun…
Bense susuyorum;
Çöl gibi!..
Göl gibi bakıyordum halbuki…
Bana veda ederken, ve dökülürken yağmur gibi, yüzüme;
Kelimelerin!..
Ben,,, susmuyorum aslında…
Güvercinlerin guu’lamasını dinliyorum penceremin pervazında… Geldiklerinde, her gün; ufaladığım ve önlerine koyduğum dün’ümün başında!..
Dünn… Her dün bir kırıntıdır artık; canımdan alıp, cam dibine koyduğum!..
Susmuyorum ki…
Susmalarım; delirmiş çığlıklardır içimde, çıkacak yol bulamayan!.. Çıldırmış atların nallarıyla tepilmede; yandıkça duvarlarım!..
Susmuyorum!.. Bu, susmak ise eğer; haykırmak nasıl olur?..
Ve çığlık nedir?.. Ve ses nedir?..
Halbuki sen…
Sen, vermeyi unuttuğum bir nefessin içimde;
Bana rağmen, bana saklı!..
İşte böyyle bir çatlayışında zamanın; döküldün benden, aktın parmaklarımın arasından!..
Artık, ne çatlayan zaman yapışır da sen içimde kalırsın; ne kırılmış yumurtanın sızanı içine girer…
Testi, geldiği toprağa düşmüştür artık!..
Ben; susuyorum,,, elbette… Hem de bir çöl gibi!
Ve bilerek şunu, ve anlayarak:
Bir çölün, susuz olduğu için sızlamaz içi…
Her çöl, “bir gün suyla tanıştığı için” böyle yanar, kavrulur!..
Stop
Muammer Erkul
25 Ekim 2002 Cuma