Taşınmak(!) [22 Mayıs 2002 Çarşamba]

(Sen olmuyorsun gelen, bulunduğu yere; taşınıyorsun!..) Yiyeceğe bayılan obur bir güvercindim; öbek öbek yem vardı zor seçilen yerlerde… Gözümü ayırmadan ondan ona koşuyor, hatta dağıtıyordum toparlanmış yemleri yutmaya çalışırken…
Onları da ardımdan gelenler topluyordu!.. 

Arabanın içinde; birisi tarafından alınıp doğranmayı, yahut burda böylece çürüyerek gitmeyi bekleyen bir sebzeydim!..
Başka bir alternatif? Neredeyse yok kadar uzaktı, benim için…
Bir gün baktım; çizgi filmlerdeki kadar hayalen bile olsa, araba atlarının önüne asılmışım!.. Ya şeklimin, ya rengimin, ya kokumun hatırına gidiyoruz beraber!.. 

Ve insanlar.
Benim insanlarım!..
Tabut taşıyan ölüler gibiydi her biri. Aslında, hiç biriyle henüz tanışmamıştım…
Ama dikkatle bakıp, kendimi omuzlardaki bir tabutun içinde gördüğüm zaman anladım ki; beni sırtlarında taşımakta olanlar… Tabut taşıyanlar yani, beni “zaten gitmekte olduğum” yere doğru götürmekteydiler!..
…..
Tabut taşıyanlar “ölü gibi farklıydılar” yaşayanlardan!.. 

Beni taşıyanlar ölümü biliyor… Ve onunla yakın, ve barışık duruyor… Ve de sık sık kol kola girip hoş sohbetler ederek; dostlar kapısına misafirliğe gider gibi mezar başlarına gidiyor… Veya hısım akrabadan bazılarını, hatta hiç bilmedikleri birilerini elleri-omuzları üstünde taşıyarak kabristanın yoluyla ahbap yaşıyorlardı…
Ama diğerleri?.. Sadece yaşıyorlardı!..
Yarınsız yaşamak; cinnetin diğer adı!.. Yarını bilmek ise; cennetin!..
Çünkü, yarını bilmek: Yârini bilmek!.. 

Benn!.. Her şeyi bilen, ve “sormayanlara bile” öğretmeye çalışan!..
Can çekişir gibi kavgalaşarak yaşayanlara dönüp bir gün sırtımı; ölü teslimiyetinde huzur ve neş’e bulanlara verdim emrimi:
“Beni taşıyın!..”
Ama hayret!.. İtiraz eden bile neredeyse olmadı. Baktım ki; eller üzerinde, ve omuzlar üstündeyim!.. Ve gidiyoruz birlikte, kimsede gam ve keder olmadan; zaten gideceğimiz yere!..
…..
Omuzlar üstündeyken birine aşık oldum… Yalvarıyordu sanki gözgöze gelmek için ve tuttum ellerini, indiğimde yanına!.. Öğretecektim ona, ne bilmesi lazımsa;
“Sor, dedim… Ve öğren birinci dersi…”
Saf ve temiz niyetle sorduğu bu sorudan “öğrendiğim” şu oldu: Hiçbir büyük, Allah’ı “teâlâ”sız anmamış!.. 

Çıkıp yine yerime bir göz attım yârime;
Sanki yalvarıyordu tekrar gözgöze gelmek için…
Gidiyorduk… Öyle veya bu şekil;
Zaten gideceğimiz yere!..

Stop
Muammer Erkul
22 Mayıs 2002 Çarşamba

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir