Cumartesi günü… Bayıltıcı Ağustos sıcağı altında, 25-30 kilometre de sapaktan sonra sürüklenen yolumuz; gidip, tepedeki o kayalığa saplandığında, gerçekten hayret ettim…
Çünkü burası; çatık kaşlı yamaçla bulutların arasındaki kalesi ve onun üstündeki sütunlarıyla hayret edilecek kadar Urfa’ya… Tırnaklarıyla kayalara tutunmuş ve ufku gözleyen gri kartalları andıran taş evleriyle de şaşılacak kadar Mardin’e benziyordu…
Taş atsan suya düşecekmiş gibi duran şu sahilden, buraya bakan her babayiğidin tırmanmayı göze alamayacağı 238 metre yüksekliğindeki bu dimdik kayalığın üzerine kurulmuş (antik) şehir; Edremit Körfezi’nin Baba Burnu’na yakın ucunda bir yerleşim alanı… En önemli özelliklerinden biri ise elbette bu ufacık alanda 2600 seneden beri insanların yaşıyor olması…
Arada sırada akan köy çeşmesinde azıcık serinleyip kale kapısına doğru tırmanırken, yolun kenarında sanki bir tel toka gibi kıvrık oturan ninenin önüne çöküp hatırını sordum… Sonra da dedim ki;
-Nine, buranın adı ne? Behramkale miii, Assos mu?..
-Behramkale, dedi.
-Peki, dedim. Niye bazısı Assos deyip duruyor?..
-Assos aşağısıı, dedi eliyle deniz tarafını göstererek… Burası Behramkale.
…..
Behramkale;
Kayalığın tam tepesi!..
Bir taş sökmek ve bir duvar örmek bile yasak burada… Böyle mi olmalı?.. Elbette. Çünkü korunmalı elbette tarihi değerler.
Antik Yunan’a dayanan her kalıntı değerli addedildiğinden bütün kitap ve broşürlerde karşınıza çıkar Assos. Ben burada bulunduğu halde tanıtım kitaplarında pek bulunmayan bir başka tarihi eserden bahsedeceğim: Murâd-ı Hüdâvendigâr Camii’nden.
Orhan Gazi’nin oğlu Sultan I. Murad Hân devrinde (1359-1389) yapılmış olan cami, Bursa’daki Hüdavendigâr Camii’ne çok benziyor. Minaresi yok. Kuzey cephesinden (kapı tarafı) gözü kapalı on adım kadar uzaklaşsan, boşluğa uçar ve aşağıdaki köy evlerinin tepesine düşersin…
Ben ordayken kapı kilitliydi ve içeride sadece kocaman bir “Mâşallah” hattı görebildim… Giriş kapısının üstünde bir mermer kiriş var ki eski bir eserden alınıp, muhafaza edilmek için buraya konulduğu belli; üzerinde yazıları bile var… Tam bir ibret belgesi…
Köye inerken sordum görevliye, caminin ne zamanlar açıldığını; “Her gün namaz vakitlerinde açılıyor” dedi. Bunu hiç beklemiyordum ve gerçekten sevindim. Ama ikindi vakti geldiğinde biz tepenin kuzey eteğindeki Tuzla Çayı’nın üstündeki köprüdeydik. Yani camiye giremedim.
Sonraki gün, (yani Pazar) on günlük tatilden bir gün erken döndük. Yedi saat araba sürmenin yorgunluğunu yıkamak için duşa girdim. Çıkar çıkmaz telefon çaldı; baktım ki babam… Onlar da iki haftalık Bandırma tatilinden dönmüşler üç-dört gün gecikerek, ama yolda kalmışlar saatlerdir. Hemen çıktım ve alıp onları Velimeşe’ye götürdüm.
(Velimeşe; Çorlu ile Çerkezköy arasında, babamın doğduğu ve emekli olduktan sonra da yaşamayı seçtiği… Sanayi girdikten sonra nüfusu artmış, büyük ölçüde doğal tabiatı bozulmuş, Avrupa Serbest Bölgesi’ni de topraklarında bulunduran yerleşim alanı…)
…..
Yatsı vakti çoktan geçmişti… Eski caminin hizasından geçerken imamıyla karşılaştık.
-Gelip baksanıza, dedi. CAMİYİ YIKTIK!..
Konuyu biliyordum zaten, ama ihtimal vermiyordum. İçim yıkıldı sanki!..
Eski köyün, yaklaşık 150 senelik camisiydi bu… Depremde hafif zedelenen minaresini yıkmışlardı zaten geçen sene… Şimdi de bu camiyle (bu topraklarda yaşayan dedelerin dedelerinin bile “Elif-be” öğrendikleri) mektep mi yerle bir edilmişti; bir zamanlar “TARİHİ ESER OLARAK KAYDI UNUTULMUŞ” olduğu için?..
Mektep kısmı ve üzerindeki kitabe duruyordu caminin. Ama ön tarafın bulunduğu yerde derin bir oyuk vardı, gündüz dozerlerin içinde çalışmış olduğu… Üçümüz karanlığın içindeyiz, sordum:
-Videoya falan aldınız mı bari?..
-Yok almadık, ama FOTOĞRAFLARI VARDIR, dedi imam arkadaş…
Bir daha sızladı içim, gerçekten… Ve;
-Bir insanı “insan” kılan kimlik kaydı mıdır? Dedim… Yani ben seni sırf kimliğin yok diye öldüremem… Kollamamın sebebi de kimliğinin var olması değil, insan oluşundur!.. Öyle değil mi?
Bu camiyi de, “tarihi eser olarak kaydı atlanmış, unutulmuş olduğu için” fotoğrafını bile çekilmeden yıktıysanız yazık ettiniz!..
Bari kitabesiyle birlekte şu mektep kısmını yıkmayın…
…..
İşte öylece kaldı cümlem, sonu gelmeden… Ve hâlâ savrulup duruyor içimde!
Stop
Muammer Erkul
15 Ağustos 2001 Çarşamba