Tarihe şahit olmak [19 Aralık 2004 Pazar]

DÜNYA GÜNDEMİ:
Dediler ki:
-Madem bu kadar gayret sarf ettiniz, gelin de konuşalım…
-Hayhay, dedi başbakan… Dedi ama, koltuğa oturur oturmaz oldu bittiye getirilerek kucağına atılmaya çalışılan, ne idüğü belirsiz öyle bir veletti ki; tutanın elinde kalacak ve kıyamete kadar da adı adıyla anılacak cinsten!..
-Bunu bu masada bulundurmamız mümkün değil, diyordu başbakan ısrarla. Ama adamlar;
-Bunu biliyoruz. Daha önce de doksandokuz kere söylemiştin. Ama amcası baksana şu Kıbrıs’a, ne güzel saçları var. Hadi iki kere dizinde hoppacık yap da gülücük atsın sana!..
Elini masaya koydu başbakan, ve doğrulurken dedi ki:
-Uçağımı hazırlayın, dönüyorum!..

ÜLKE GÜNDEMİ:
Bundan sonra daha gizli ve daha uzun görüşmeler oldu ve iş bağlandı. Çıkarak kameraların önüne:
-Bütün problemler bugün konuşulup sonuçlanıyor. Yarından itibaren uyulması gereken hiçbir şart-şurt yoktur, dediler… Doğruydu aslında söylenen, ama verilen bilgi eksikti. Yani, elin adamı işte ancak böyle tongaya düşürürdü adamı!.. Çünkü yarına kadar daha koca bir gece vardı insanların önünde. Sabahtan beri pür dikkat Brüksel’den gelecek haberleri izleyen millet, gecenin geç saatlerine kadar uykusunu terk etti, reytingleri tavana vurdurarak; kimin, kimin gelini olacağına odaklandı…
Aylardır konuşulanları duydukça “kim bu” dediğim, yarışmanın kurallarını bile bilmediğim, yakın zamanda ise sadece iki kere ekranda görüp tanıdığım Semra hanımın; 17 Aralık’a tekabül eden bu uzun gecenin nihayetinde neden “KÖTÜLÜK KAZANDI” diye bağırdığını hiç düşünmediniz mi?..
Kıbrıs şartını imzalatamayanlar, besbelli ki;
-Ata’nın anası, “GELİNİM OLUR MUSUN EVİ”nden mutlaka atılacak, dediler…

PSİKOLOJİ:
Dileyen herkese kalp krizi geçirttirebilirim… Ama önce o kimsenin, hücrelerine kadar; “dünyada yenebilecek her şeyin kendi malı olduğuna inanması” şartıyla…
Buna inanırsa ne olur biliyor musunuz?..
Tavukların buğdaylara, hatta kuşların bile tohumlara vurduğu her gaga sanki canına batar o insanın!.. Fakir baba öğün geçirmek için bir simit alsa, yarısını kopartıp oğluna uzatsa, çocuk simidini ısırırken yere düşen susam tanesini bir karınca taşımaya başlasa, bu bile… Her şey, ama yenen her şey sanki kendi sofrasından aşırılan “yemeğidir” bu insanın ve buna yüreği dayanmaz, çatlar bir gün damarı orta yerinden!..
Sözü üstüne söze, adı üstüne isme, rütbesi üstüne rütbeye tahammül edemeyenleri bile tüketir dünya; sadece onların etrafında döndüğünü zannettirerek!..

MİZAH
-Ata, gel oğlum bili bili!.. Bu şarkıcı sana layık mı? Hem söylesene, bunların hangisi bana layık?.. Korkma, evde kalmadın; ömrünün sonuna kadar bana kaldın!.. Hadi gidelim artık bu diyardan ama önce koltuktan indir beni, gene ayağım ulaşmıyor yere… Unutma, en büyük benim ve sen benim oğlumsun. Sen benim oğlumsan ben de sana bebek gibi bir gelin alacağım, söz… İstediğin kadar oynarsın artık onunla; hem benim alacağım şişme bebeklerin ağzı var, ama buradaki kızlar gibi dilleri yok!.. Ben konuşacağım o dinleyecek, ben konuşacağım gene o dinleyecek… Ben konuşacağım, hep o dinleyecek!..

Stop
Muammer Erkul
19 Aralık 2004 Pazar

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir