(Her ne zaman güneş doğmadan ayağa kalksam, dedemi hatırlarım. Ey koca Çavuş dede, Allah rahmet eylesin; senin ne yapmaya çalıştığını anlayabilmem bu kadar uzun mu sürecekti?)
Karanlığın içinde tekrar dürtüklendim. Gözümü açamayıp arkamı döndüm, ama bu defa ablamı anlayabildim. Eğilmiş; "dedemin çağırdığını" fısıldıyordu. Herkesin çağırması bir yana, dedeminki diğer yanaydı. Göz kapaklarımın ağırlığına rağmen doğruldum!
-Kamera nedir, bilmeyen var mı?..
Kocanne’nin mutfak tarafındaki anlaşılmaz mırıltısından başka cevap gelmedi bu soruya… Devam etti dedem:
-Ama resim çektirmeyen yok burda. İşte görüntüyü alan, kameradır. Objektif denen deliği bir anda açılıp kapanır, ve o an bir şey görebilirse, gördüğü haliyle zapturapt eder!.. Ama onun, seni görebilmesinin bir tek yolu vardır ki; ışık!.. Eğer ışığın yoksa, sana ayrılmış olan kare ziyan olur, mahvolur!..
Şimdi, bütüün evlerin odalarında birer kamera olduğunu düşünün; ve ansızın deklanşöre basılacağını hissedin: "Şşşlak!.." Bu kadar… İş bitti…
İşte hepsi buraya kadardı!..
Şaşırdım, ama susmuştu dedem.
-Gel bakalım öcereme, deyip; beni o bayıldığım kuytusuna, kendi sıcağına çekti. Sağ ayağı üstünde oturuyordu ve diğer dizi yukardaydı.
-Mmhhh, ohhh; şu tarhananın kokusuna bak, verene şükürler olsun!.. Sen de duyuyor musun oğlum, mübareğin kokusunu?.. Deyince başımı salladım. O, saçlarımı eliyle tarayarak;
-Sen yeni uyandın, dedi. Neredeyse güneş doğacak… Git de su döksünler, elini yüzünü yıka, hadi!.. Kızııım, sofra bezini yayın… Biri ekmeği getirsin, hadi bakayım, hadii… Kaşıkları dağıtın…
İki dakika sonra herkes örtüyü dizine çekmişti… O sıra;
-Çocuklardan biri, galiba anlatılanı anlayamamış baba, dedi annem. Dedem biraz sustu, sonra:
-İnanmayı anlatmaya çalıştım kızım, dedi. Yani, bir insan için en mühim olan işi…
Karanlık odaları kamera görmez!. Ve bu halden, makineler suçlanmaz…
İşte bu yüzden teller kopmamalı, ışıklar sönmemeli… Kalpler, aydınlık olmalı!.. Çünkü, bir an’dan bahsediyoruz… "O an ışığı var ise" fotoğrafı alınabilir odanın… Karanlık, bulanık, gölgeli kısımlar olabilir, olacaktır da zaten… Fotoğraflar rötuşlanır, silinir, temizlenir, ama; çekilebilmiş ise!.. Fotoğrafçı filmlere baktığında, bize de; "yanmış" derse ne yaparız?.. Allahhh!..
Ne var ki bunda anlamayacak?.. Sen de anladın mı oğlum?..
-Tabii ki anladım, dedim başımı sallayarak. Dedem;
-Öyleyse, haydi bakalım, dedi… Yumulun şimdi çorbaya!
………
Bugün 26 Ekim… / 26 Ekim sabahı hastanede uyuyormuşum. O sabah güneş, beyaz bir kundağa sarılı iken bulmuş beni… / Ben uzun yıllar hep ürpermiştim, her 26 Ekim’de. Sanıyordum ki; doğum günüm, kendi ölüm günüm olacak… / Anlaşılmıştır sanırım; bugün benim doğum günüm, ve sanırım bu his beni mezara kadar kovalayacak!..
Stop
Muammer Erkul
26 Ekim 2002 Cumartesi