Temeliyos yaşıyor…
Bugün Cumartesi… Hadi, kesin sesinizi de biraz su koyverelim! Nasılsa yarın bu sinemada “Bulmaca” isimli film gösterilecek! Pazartesi’ye kadar da zaten unutursunuz şimdi okuyacaklarınızı…
Ee, e… Yaslansanıza koltuğa.
Şöyle bir rahatlayın.
Ve, boşuna aramayın; bulamazsınız… Çünkü bu köşenin kumanda aleti yok. Yani zap mıdır, zip midir yapamazsınız!..
Ama, yine de depremden sonra tutulan hamsilerden bile zararsızdır bu köşe!..
Hamsi deyince aklıma Temel geldi;
Ne alakası varsa!..
Temel deyince de neler neler… Kim deyip duruyor, aklıma “neler neler” getiren şu şeyleri bilmem ki?!..
Müjde!..
Mayıs’ın son haftasıyla, Haziran’ın ilk iki haftası boyunca doğumhanelerde çalışanlara toptan izin kullandırılacakmış!..
Hem de ülke genelinde!
Doğumhaneler, doğumhane olalı böyle sessizlik görmeyecekmiş…
Hâlâ anlamadı birileri;
Bak, kuş geçiyor!..
Bırak şimdi şurdan geçen uçağa bakıp bakıp; nasıl oluyor da arkasından, beyaz çizgi halinde bir bulut fışkırtabildiğini düşünmeyi!..
Kuşu gördün mü kuşu?..
Alooo!..
Say bakiim; dokuz ay on gün geriye doğru…
Ağustos’un son iki haftasıyla Eylül’ün ilk haftası ne yaptı ki millet;
Parklarda sırtüstü yatıp, yıldızları saymaktan başka?..
Yıldızlar da yıldız olalıberi eğer sayılmışlarsa, işte o günlerde sayılmışlardır yani…
Değil mi?
Hocam Nasreddin, kendisine “yıldızların sayısını” soran adama, belki de;
“Marmara depremine kadar bekle, öğrenirsin” demişti, kim bilir… Belki de bunu “Nasreddin Hoca’dan Fıkralar” kitaplarında, “paniğe sebebiyet vermemek için” yayınlamadılar!..
Olamaz mı yani?..
Türkiye’nin ikibuçuk metre “şu tarafa” doğru gittiğini nasıl ölçtüler, hâlâ anlamış değilim…. Altımızdaki her şey, “küllüm” bir tarafa doğru gittiyse, arkadaki ceviz ağacı da, Beyazıt’taki yangın kulesi de ve onun karşısındaki Galata Kulesi de kaymıştır aynı yöne doğru. Hem de bütün metrelerle, cetvellerle birlikte…
Geriye kalıyor; ölçüyü bulutlardan almak…
Yakışır abime!..
Onu-bunu boşverin de, memleket olarak “hart” diye Yunanistan’a doğru 2.5 metre atlayınca, adamlar nasıl hizaya geldiler korkudan!.. Nasıl “derrrhalll” yardım için koşuşturdular…
Hııı!.. Biz adamı ne yaparız!
Bu Yunanlılar hırsız zaten…
Keloğlanımızı, Hacivat ile Karagözümüzü, güllacımızı, hatta Nasreddin Hocamızı sahiplenmeye kalktılar yıllar yılı…
Bizi çekemiyorlar!
Baktılar ki deprem dolayısıyla “baya bir sempati” topladık… Avrupa Birliği’ne doğru iki-üç metre birden yaklaştık… Dediler ki; bi hal yolu bulmalı!..
Ama onların depremi beş virgül bilmem kaçta kaldı.
İşte “sunî” depremlere bir örnek!
Laf Temel’den açılmıştı ya, malûm;
Şimdi Yunan gâvuru Temelimize de el atmış;
Temel fıkraları dünya gündemini meşgul etmeye başlayalıberi…
Bunun iki açılımı var. Birincisi; epey zamandır Türkiye’de doğan hiçbir bebeğe “Temel” isminin konulmuyor olması… İkincisi ise; Yunanlı hergelelerin bu “terk” vaziyetinden yararlanmak istemesi.
Taa Sultan Fatih dönemini kaşıyorlar…
Güya Temel’in ulu büyük dedeleri Trabzon Rum İmparatorluğu’ndan Pontus Krallığı’ndan geliyormuş!..
Ve son zamanlarda Yunan nüfus memurları diretiyormuş:
“Olmaz kardeşim… Yunan Dil Kurumu’nun yayınlamış olduğu listede böyle isimler yok!.. Temeliyos ve Dursunstin olarak kayıt edemem çocuğunuzu…”
“Senin işin yazmak… Kaydet ve gönder mahkemeye” diyormuş Temeliyos ve Dursunstin’lerin ana babaları da…
“Nasıl olsa takipsizlikle neticelenecek!..
Burası Türkiye mi?..
Velhasıl, ani gelen şiddetli bir sarsıntıyla yıkılıyor Yunanistan… Yerle bir olan binalar, çıkan yangınlar… Siren sesleri, çığlıklar; yarıda kesilen ve seyri değişen programlar…
Kurtarma çalışmaları…
Karanlığın kırmızı tişörtlü aydınlık çocukları Akut’çular devreye giriyor.
Büyük bir enkazı açıyorlar.
Tam kafasına düştüğü için iki parçaya ayrılan ağır bir kiriş blokunun altından çıkarıyorlar Temeliyos’u…
Apar topar hastaneye kaldırıyorlar. Temel bitki (karalahana)sal hayatta!..
Sonunda gözünü açıyor ve soruyor:
– Nerdeyim ben?
– Bahçede faaliyet gösteren hastanenin bir çadırındasın, diyor Dursunstin.
– Haçan ne oldi?..
– Şiddetli bir deprem bütün memleketi dümdüz etti.
– Tükkan yikildi mu?
– Çarşı artık yok…
– Ya ev?
– Toprağa karıştı.
– Ya uşaklar?..
– Paşun sağ olsin…
– Haçan kari da mu?..
– Sadece o teğul… Anan da, baban da, emicen de, hepsi.. Bütün sülale.. Hatta bütün köy… Hatta bütün kasaba… Hatta bütün şehir… Bir sen kurtuldun Temeliyos, haline şükret…
– Uy paşuma celenler, diyor Temeliyos.
Desene Dursunstin, az daha büyük bir facia olacaktı!..
———————————————————
Öğrenciler günü
Bir müjdem var size, hey öğrenciler,
Çaldı saat öğrenciler günüdür…
Mor gözlüler, ak dudaklı zenciler,
Dillere tat, öğrenciler günüdür…
Yılda bir gün sana her iş bedava,
Çarşı-pazar, alışveriş bedava…
Vapur-tren, gidiş-geliş bedava,
Perende at, öğrenciler günüdür…
Keyfince giy, sokaklarda gez-dolaş,
Kedi katlet, köpeklerle şakalaş…
Bidon devir, direklerle tokalaş,
Asfalta yat, öğrenciler günüdür…
Kola içip geğirmeniz suç değil,
O gün derse geç girmeniz suç değil,
Öğretmene çemkirmeniz suç değil,
Yok kravat, öğrenciler günüdür…
Her saniyen birer Reşat altını,
Hoş görecek herkes senin haltını,
İstiyorsan şu okulun altını,
Üstüne kat, öğrenciler günüdür…
Silinecek defterdeki kırıklar,
On olacak, o “bir” denen sırıklar.
Gençleşecek asık yüzlü “moruk”lar,
İşte hayat, öğrenciler günüdür…
İliniz de Akçaoğlan iliniz,
Gönlünüzden kederleri siliniz…
Yılda bir gün, kıymetini biliniz;
“Otuz Şubat” öğrenciler günüdür…
Sadettin Kaplan
Stop
Muammer Erkul
16 Ekim 1999 Cumartesi