Teslimiyet güzel şey…
Dilaver’in mektuplarını severim. Çünkü Dilaver’i severim…
Üstelik, bilirim ki Dilaver’in anlattığı bol tebessümlü hikâyelerin altından derin manâlar çıkar;
Tamamını şimdi anlayamasam da!..
…..
Bu söylediğim tuhaf gelmesin kimseye…
Doğru yaylalarda otlayan keçilerin bile eti-sütü kekik kokuyorsa, kanı-canı şifa oluyorsa muhtaçlara;
…varın gayrı, gerisini sizler düşünün!..
…..
Yani, doğru adreslerden gelip, dosdoğru hedeflerine gidenlerin ne getirip ne götürdüğü, “ne taşıdığı” bellidir…
Yani, peşine takılırsan varacağın yer de bellidir…
Öyle değil mi ?..
Tamam… Peki!..
Şu mübarek günde fazla kafa yormamamı istiyor sanki bazıları… Olur, zaten benim de pek niyetim yoktu buna.
O yüzden sizi başbaşa bırakıyorum Dilaver’in mektubuyla:
…..
“Özledik be dostum…
Hani geldiğinde haber edecektin?.. Bi Kürt köftesinin şöyle canına okuyacaktık!.. Bekleriz, muhabbetle.
Bir arkadaş göndermiş aşağıdakini; “teslimiyet güzel şey” diye.
Kimileri “kocakarı imanı” diyor ya!..
Neyse… Adı ne olursa olsun.
Netice nasıl ama!..
Buyrunuz:
Bağdat civarlarında bir yerlerde, kendi hâlinde bir garip varmış.
Bu adamcağız cemaâte devâm etmeğe çalışıyor, lâkin çok zorlanıyormuş… Aslında evi mescide yakınmış ama… Ama, arada Dicle olmasa!..
Peki köprü mü?
İşte onu sormayın, insanı yoracak kadar uzakmış.
Hele kısa kış günleri, akşam namazından çıkıp evine varamadan, yatsı için dönüyormuş geriye…
…..
Olacak bu ya, günlerden birinde hoca efendi “tevekkül” bahsine girmiş ve elini kürsüye vura vura demiş ki:
-Bir kimse ki, Allah’a güvensin, su üstünde yürür! Vallâhi de yürür, billâhi de yürür…
Bizim garip buna çok sevinmiş… Çekmiş besmelesini yürümüş mescide, çekmiş besmelesini dönmüş evine…
O deli Dicle halı kesilmiş!..
Adamcağız hoca efendiye çok duâ etmiş…
Bu iş hanımının da hoşuna gitmiş. Hattâ bir gün;
-Yahu, demiş. Biz bu hoca efendiyi niye yemeğe çağırmıyoruz?
Adamcağız da;
-He ya, demiş. Ne iyi olur…
…..
Hoca efendi bu samîmi dâveti kabul etmiş. Namazdan sonra çıkmışlar yola. Hoca tam köprüye doğru yönelmiş ki, adamcağız önüne geçmiş;
-Ne gereği var hocam, demiş… Çekelim besmelemizi yürüyelim karşıya!..
Hoca efendi gülmüş…
Önce acı acı, sonra mânâlı mânâlı gülmüş…
-Ah!.. Demiş…
Ah, ben de senin gibi “ACABÂSIZ” olabilsem!..
İşte, böyle…
Vesselam, duaya devam.
…..
(Şimdi benden de bir “NOT” mu bekliyorsunuz siz ?..
I ıh… Çünkü “anlamayanlar” zaten herşeyi anladı…
Anlayanların ise ne anladığını ve anlama derinliklerini bulmak, bir de bunu anlatmak için kekelemek bizim harcımız değil…
Bu hikaye böylece kalsın…
Sevgiyle. (Ve de “tevekkülle!..”)
———————————————————
Mühimi; uygulamak…
Sanki… Kızıl bir gül “terliyor” gibi… Sanki yapraklarının “canından”, bir yılanın mevcut bütün zehriyle hercümerc olmuş saydam derisiymiş gibi soyulup toplanıyor acı ve gözkapaklarının en titrek noktasına tünüyor, ilk kez uçacak bir kuş yavrusu gibi!..
…..
Halinden, karşısındaki adam sanki yıkıldı yıkılacak!..
Ama o, kendi hâlini hazmetmiş çoktan;
“Allahü teala bizleri şükretmeyi bilenlerden eylesin, diyor.
Hoşgeldiniz evladım.
Sıkılacağımdan endişe ederek sıkılmayınız…
Evet, biz bir zamanlar, keseler dolusu altınlar dağıtıyorduk zekât olarak… O zaman, varlık içindeydik ve şükürdeydik…
Şimdi, fitrenizi bile almaya muhtaçken, gene başımız secdededir… Elhamdülillah…
…..
Yalnız, usulüne uygun olarak, kişi başına;
Binyediyüzelli gram buğday ya da un…
Üç buçuk kilo arpa, üzüm veya hurma…
Olmazsa, bunların değerlerinin karşılığı tutarında altın veya gümüş vereceksiniz değil mi?..
Ki, verdiğiniz miktar, fıtra yerine geçsin…
Aksi halde elbette ziyan olmaz… Ama sadaka hükmünde olur, yani fitreniz ödenmeden kalır…”
“Evet efendim, diyor, neden terlediğini anlamayarak…
Yakın zamanda öğrendim ben de, tuttuğumuz oruçların ardından fıtramızı nasıl vermemiz gerektiğini…
Bize doğruları öğretenlerden veya doğruları öğrenmemize sebep olanlardan Allahü teâlâ razı olsun.
Siz de dua edin efendim, çünkü duaya çok ihtiyacımız var.
…..
NOT:
Bunların kimler olduğu önemli mi?..
Mühim olan; bilmemiz gerekenler ve bize nakil ile gelmiş bulunan doğru kaynaklardan öğrendiklerimizi uygulamamız, yapmamız…
Öyle değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
26 Aralık 2000 Salı