(Memleket sıcağında, bir kahvehane serinliğine sığınıyor… Yan taraftan biri; “ağama çay-gazoz getir, bisküvit ney aldır” diyor ocakçıya. Sonra; “Sen müftü efendinin yeğeniydin değil mi?” diye sorduktan sonra onun kıymetini iyi bilmelerini, çünkü sıradan biri olmadığını söylüyor…)
Bu muhteşem hikâye şöyle devam ediyor:
O arada bisküvimiz geldi. Adam paketi açma bahanesiyle sandalyesini çekip yaklaştı. -Sana başımdan geçen bir hadise anlatayım mı? Diye sorunca; “Tabii buyrun” dedim.
-Bundaaan, belki on sene evveldi. Bütün mahalle kavaklarını kesip kenara koymuş; ertesi gün keresteciler gelecek, ölçüp biçip hesap göreceklerdi. Amcanın da çok kavağı vardı malum… Lakin mübarek tam tevekkül ehli; bırak kütükleri, çocuklarını bile saymaz! Benim de bir iki kavağım var, ama öyle para edecek şeyler değil. Halbuki şu iri kütüklerden birini aşırıversem hesabım bayağı düzelecek. Lafı dolandırmanın mânâsı yok. Kısacası “hırsızlığa” niyetlendim…
-Sen! Eee, sonra?..
-Biliyorsun kasabanın tek köpeksiz evi onunki. Bahçe desen yol geçen hanı gibi. Ancak kütük de öyle kolay çalınacak şey değil. En az iki kişi gerek. Azıcık safça bir arkadaşım var, onu ayartıp gecenin bir vakti bahçeye geldik. Ben hangisini araklayacağımı seçerken müftü efendi uyanmış, iyi mi?
-Zaten geceleri uyumaz ki.
-Nereden bilebilirim. Halbuki saf sandığım arkadaş tehlikeyi sezip çoktaan kaçmış. Meğer müftü efendi yanıbaşıma gelmiş ama ben kütükten başka şey görmüyorum. Nihayet birini tek ucundan kaldırıp omzuma atarken yanımdaki gölgeyi azarladım “ne bakıyon len, davransana!” Arkamdan fısıltı ile cevap geldi:
-Ama çok ağır, kaldıramıyorum.
-Bırak tembelliği de yüklen haydi!
-Bari hızlı gitme, yetişemiyorum.
-Şimdi bi tepik vurursam görürsün, sallanma!..
Meğer ben önde, efendi arkada yürüyüp gidiyormuşuz, iyi mi? Bir ara arkadan öksürük sesi geldi, bir güzel payladım:
-Bu kadar sigara içersen olacağı bu, ne anlarsın bilmem ki?
-Doğru, artık bıraksam iyi olacak.
-İyi edersin!
Nihayet evimize geldik, avluya girdik. Kütüğü yere atıp döndüm, ne görsem beğenirsin!.. İnan perişan oldum. Adeta dilim tutuldu.
-Siz… siz.. siz mi taşıdınız?
-Evet.
-Ama niye?
-Tek başına nasıl getirecektin ki?.. Ben utancımdan kıpkırmızı kesilirken;
-Kütük senin olsun, dedi. Ama bundan böyle bir ihtiyacın olursa gel bana söyle. Varsa hemen veririm, yoksa bulur veririm, tamam mı?
(Sonra bir çocuk gibi ağlarken bu hikayenin de bir sır olmayıp, her önüne çıkana anlattığını… Çünkü asıl o gün doğup, o gün adam olduğunu söylüyor adam…)
Kimin hatırası bu?.. Ahmet Sırrı Arvas’ın… Buna benzer muhteşem hikayeler olan kitabını, Pazar günü tavsiye etmiştim ben, ama verdiğim telefonlar “kapalı” idi o gün… Ama BUGÜN, biliyorum ki BUGÜN “gönlünüzün hatları” açıktır, ve kitabı BUGÜN sorar-istersiniz:
Yeni Çizgi Dağıtım www.yenisayfa.com
Tel: (0212) 220 5770 – Faks. 222 6155’den…
Değil mi?..
Stop
Muammer Erkul
31 Temmuz 2002 Çarşamba