(Sabahın körü. Limon’un içinde sallana-sarsıla gidiyorduk… Bilen bilir, Limon benim 72 doğumlu sarı Wos-bağam. Eskidir ama, halden ve böyle sevdalardan iyi anlar…)
Onu, sağımdaki koltuğa oturturken, sanki “kemiklerinin” gıcırdadığını duymuştum!.. Ben de şöyle bir yerleşip baktım ona, tebessüm ederek baktım… Yüzü gözü açılmış işte babam tozunu pasını sildiğinde.
-Hadi bakalım, dedim. Gidelim artık… Yürüdük. Babama el salladı bahçe kapısından.
Uzundu hikayesi…
İçinde kor taşıyan bir genç adam, borca girip kara gözlü hanımına getirmiş onu kucağında; baba olacağını duyduğu hafta…
İki karış boyunda, bir karış eninde ve bir buçuk karış yüksekliğindeki bu oval kahverengi kapaktaki motif ve yazılar gayet belirginmiş o zamanlar. Elini göğsüne bastırmış ve sevinçten ne yapacağını bilemeyen hanımının önünde, bu minik sandığın yan tarafındaki mandalı çengelinden kurtarmış adam. Kapağı kaldırınca altından ışıl ışıl bir makine çıkmış…
İki parmak kalınlığındaki bir ahşap kaide üstündeymiş. Sarı ve parlak renkli nakışları varmış simsiyah gövdesinde. Sağdaki kolu yerleştirip çevirmeye başlayınca tekerlek “trrr, trrrrr” dönmeye ve mekik gidip gelmeye ve iğne inip kalkmaya başlamış…
Hangi makineye yakışır ki; “tıkır tıkır çalışıyor” ifadesi, dikiş makinelerinden daha fazla?..
Ne kıyafetler dikilmiş kendisiyle, çocuklar büyürken. Büyük kız ilkokulu bitirirken küçük oğlan okula yeni başlamış. Ama, masuranın pamuk ipliği kopar gibi kopuvermiş anacıklarının hayatı!..
“Beni kime bırakıp gidiyorsun” diye çok inlemiş makine, ama duyan olmamış…
Ardından kız öğrenmiş kendisini kullanmasını, ama çeyizini hazırlayıp kocaya varmış; baba evinin bu en değerli malını geride bırakarak. Onun ardından da çok gözyaşı dökmüş makine; “beni kime bırakıp da gidiyorsun”, diye diye, ama nafile…
İyice yalnız kalan adamcağız tekrar evlenmiş. Fakat ellerinin çok sıkıştığı bir zamanda satılığa çıkarmışlar onu. Niye kendisini bırakıp bırakıp gittiklerini anlamaya çalışan makine karşılığında bir miktar para alan adam, ilk karısının değerli hatırasını terk edip yürümüş…
İşte bu satışın üzerinden de yarım asırdan fazla geçmiş.
Önceki gün, bahçe duvarını ören ustaların yanındayken köşeden bir hurdacı kamyonu döndü. Ağır ağır yaklaştıkları zaman;
-İbrik var mı, dedim. Zaten durmaya hazırdılar. Bir hurda kamyonunun içini hiç gördünüz mü bilmem; epey karıştırdıktan, ve pazarlık yaptıktan sonra üç usta yevmiyesi verip bu makineyi aldım. Yanında da iki boş piknik tüpü ve bir kaşağı hediye… Böyle şeyleri seven babama da iş çıktı, bir gün uğraşıp sildi elini yüzünü…
Bu sabah Limon’la gittik ve aldım, çok kişi henüz işyerine bile varmadan… Şimdi evdeyiz.
O, yanımdaki sandalyede oturuyor ve fısıl fısıl anlatıyor ve ben de zaman zaman kolunu çevirip tıkır tıkır konuşturuyorum, söyletiyorum onu…
Diyor ki;
-Sen de beni bırakıp gitmeyeceksin değil mi?..
-Bu boş hayal, diye gülüyorum. Sen bir dünya malısın ve ben de mutlaka ayrılacağım senden…
Sana benim hatıram, bana da; senle yaptığım işlerin hesapları kalacak!..
Stop
Muammer Erkul
03 Ekim 2003 Cuma