Bir gün sizler yazmaya başlayacaksınız, ve benim yazmama lüzum kalmayacak, diyordum bir zamanlar. Ve hatta şöyle diyordum: Yazın ki, ben yazmayabileyim!..
Tam 9 sene sonra. Pek kalabalık olmayan konferans salonun ortalarındaki koltuklardan birinde, karşımda oturuyordu. Biliyordum ki; o “biri” idi ama bilmiyordum kimdi. Fakat, deselerdi ki; “filan kim bu salonda”, parmağımı uzatır ve “o” derdim…
Sevgili Muammer abi;
Kocca Çoruh nehrine bile gem vuruyorlar da, duygulara vuramıyorlar. Ben de vuramıyorum. Dağın başında deli olmamak zor şey. Binbir koku, renk ve ses… Ara sıra aklımı başıma devşirmek için kafamı suya daldırıp çıkarıyorum. Lakin böyle bir yerde akıllı kalmak büyük delilik…
Ben, Trapen’li Hatice…
İyi de, ben ne zaman büyüdüm? Çocukken hep sizinle aynı sayfada yazımın çıkmasını hayal ederdim. Peki şimdi inanabiliyor muyum, gazetenin Pazar sayfalarına!.
Ben, müebbet okuyucunuz; yine bir okuyucu olarak yazıyorum…
Şu anda size yazıyor olmak öyle garibime gitti ki, sormayın.
Halbuki siz bir gün ansızın “yıldızlara dokunun” demiştiniz. Dokunduk mu? Ya da şöyle sormalı: Niye böyle parlağım?..
Son bir haftadır mutluluk taşırıyorum, sebebi belli değil… Eminim ki, sonbahardayız diye herkes hüzünlenmiyordur. Hele köyde, insan üzülemiyor. Çünkü her şey en güzel zamanında; olgunlaşmış ve olabileceği en güzel şeklinde, mükemmelini bulmuş…
Size epeydir mektup yazmadığımı fark ettim. Ve fark ettim ki; yazılan bir kaç cümle, uzun uzun sözlerden daha çok şey anlatıyor, öğretiyor insana. Öyle olmasaydı, 13 yaşımdan beri yazdıklarınızı okur, ve onlara bağlanır mıydım? Mutluyum da bir yandan; hiçbir şeye geç kalmadığım için…
Sayenizde arkadaşlarıma anlatacak şahane bir hatıram oldu. Diyorum ki: “Hem ben var ya Muammer abiyi gördüm, naabeeer…”
Öyle tuhaf ki, sanki küçük dayım çıkıp gelmiş bir yerden… Yani öyle yakın ki, kendime de tarif edemedim. Hani siz Ümraniye’deki imza günümüzde fener’nizle karşılaştınız ya. İşte ben de sizinle karşılaştım… Lakin bizim tanışıklığımız kelimelerdendi…
Siz mektuplarımı okurken, ben çoktaan yazıp yollamış oluyorum. Ve siz bu mektubumu da okurken, ben yine; “eyvah, ne yazmıştım acaba” tedirginliğini yaşayacağım…
Mektup yazmaya yazmaya, nasıl bitireceğimi de unutmuşum. Ama beni kurtaracak çok güzel bir cümle biliyorum:
“Sevgiler kere sevgilerle…”
Hatice / Trapen-Borçka-Artvin
…..
(Not: Sanırım ki yayınladığım bu mektup, “Hatice Bayramoğlu” ismini gördüğünüzde, ona daha bir dikkatli bakmanızı sağlayacak…
Zaten istediğim de buydu…)
…Sen İstanbul Olsaydın ..Herkesin Bir Hikayesi Var ..Ilıkpembe ..Sen Hiç Duvarlarla Konuştun mu?..
İmza günü, imza günü, imza günü.
A.SIRRI ARVAS & MUAMMER ERKUL
29 Ekim Çarşamba günü saat 13.00-16.00 arası TÜYAP’taki kitap fuarının Nesil yayınları standında… (O gün İstanbul’un bütün büyük meydanlarından Beylikdüzü TÜYAP’a “SİZİN İÇİN ÜCRETSİZ” otobüsler kaldırılacak, böylece mazeretleriniz azaltılmış olacak..)
Stop
Muammer Erkul
26 Ekim 2003 Pazar