15’li yaşların siz çocukluğu deyin bense gençlik iddiasındaki ilk gençliğim…
Hayalle gerçek arasındaki fikirlerimi ‘Hakikat’a taşıyan bir şey oldu, elim bir şeye dokundu daha doğrusu o bana dokunmuş…
İyi ki dokunmuş yoksa sevdalanmak için sebepleri eksik olmayan gönlümün eli ‘gel’ diyen her fikrin teline dokunmaya/takılmaya çoktan hazırdı.
Adı Türkiye, Türkiye kadar güzel Türkiye…
Ne de güzel dokunmuştu elime… Ne de güzel dokunmuştu bana…
Sayfaları arasında kaybolurken ben Türkiye’min (benim için dilimde de gönlümde de artık TÜRKİYEM’di) BİZİM SAYFA’sının sol tarafı çocukluğumu kucaklar sağ tarafı gençliğimi fetheder, gönlüme nakşederdi.
Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye’ye Türkiye’m aşık etmişti beni…
Hala kalbimde hissederim içimdeki sevda kıpırdanışını Seadet-i Ebediyye’ye…
Elime dokunan Türkiyem elimden tutar gibi (gibisi fazla) yıllarca bırakmadı beni. Elimdi, gözümdü, kulağımdı ve dahi kalbimdi…
Nice akşamlar çoluk çocuk başına toplarken bizi, yalnızca o konuşur hepimiz dinlerdik.
İlmek ilmek işlerken marifeti bize, kalbimizdeki pasa da dokunmadan geçmezdi Türkiyem.
Burnumuzu çektiğimizi söylesek de gözlerimiz yaşlanmakdan yalan söyleyemezdi.
Türkiyem her sabah kapımıza gelmekden usanmadı. Evimizin içinde oda oda bizimle gezdi, mutfakda yemeğimize tuz salonumuzda gönlümüze süs oldu.
Mahremimiz yokdu ondan, sordukca cevaplar hiç de "hayır" demezdi.
Büyükleri dinlemek farklıydı Türkiyem’den, şahid ederken yıllarına yollarına…
…Ve gün eksilse de penceremden, sen sen Türkiyem eksilme penceremden de gönlümden de…
Metin İpek