Turgut Bey’in kayıp mektubu
Yazdığını hepimiz biliyorduk… Ama okumaya sıra geldiğinde mektup birdenbire kayboluverdi ortalıktan…
Bulundu mu, birileri tarafından okundu mu benim bir bilgim yok… Ama, bana (el altından) gönderilen bu mektup hakikaten rahmetlinin yazdığı ve bizlere göndermiş olduğu mektup idiyse, zaten neden kaybolduğunu hepimiz anlayabiliriz…
“Benim canımdan aziz bildiğim milletim…
Sizler bu satırları okurken ben yaşıyorsam 3. Boğaz köprüsünü satmaya çalışıyor, ölmüşsem de Sırat köprüsüyle uğraşıyor olacağım…
Bu mektubu 1986 yılından yazıyorum. PTT’yi bildiğimden mektubun 2010’dan evvel elinize geçeceğini pek sanmıyorum. Hattizatında bir bakmışsınız kaybetmişler bile. Ben de bu PTT’nin bütün harflerini özelleştirip arkaüstü oturtmazsam adam değilim. Umarım benim posta memurum işini biliyordur da bu mektup size ulaşır…
Bu satırları Başbakanınız olarak yazıyorum ama bu makamda daha fazla kalmak niyetinde değilim. Şunu aççık seçik ifade edeyim ki Çankaya’dan ülkeyi idare etmek daha kolay olacaktır. Zira aşağıda boyum herşeyi görmeme engel oluyor… Çocukların erişemeyeceği yerde olmakta fayda var. Tabii orada da birtakım değişiklikler yapmak gerekecek. Bir kere Cumhurbaşkanı uzun bir isim. Ben günü gelip köşke çıkınca siz bana kısaca “Başkan” deyin.
Semra Hanım’a kalsa o Amerikan Başkanı olmamdan yana. “First Papatya olacağım” diye tutturdu. Bense Küçük Amerika Başkanı olup 1 koyup 3 almaktan yanayım. Bakınız bu lafı sevdim. Bir yerde kullanmak lazım. Memlekette az zamanda boyumuzdan büyük neredeyse kilomuz kadar çok işler yaptık. Ama teknoloji hızla ilerliyor, elin oğlu arabayla giderken eşine dönüp koy bir kaset de neşemizi bulalım diyor. Bakınız bunu yapmadan gidersem gözüm açık gider onu da söyleyeyim. Renkli TV ile iş bitmiyor. Yeni kanallar açmak lazım. Bu arada Atina muhabiri Reha’ya dikkat edin. Ondan çekeceğiniz var, her nerede yaşıyor ya da yaşatılıyorsanız. Telefon işinde de ilerledik ama daha bunlar ne ki?!. Dün kabinede “Şu telefonların cebe girenleri çıksa da rahatlasak” deyince yüzüme boş boş baktılar.
Bilseniz bu yıllar beni nasıl sıkıyor, benim 2000’li vatandaşlarım. 2000 yılında bu ülke nasıl olur görmek için akşam mönüsünde müneccime gerek yok. Mal meydanda… Bi kere o çobana dikkat edin. Eminim bu mektup okunurken de o siyasetin içinde olacaktır. Tabii ben meydanı boş bırakırsam.
Banu Alkan’ın şarkıcı olacağına inanırım da Süleyman bey’in siyaseti bırakacağına inanmam… O ne fındık kırandır o… Yılanı deliğinden çıkarır. Yakalarsa da muccuk!..
Bakınız bundan tutacak bir şarkı sözü olur. Samanyolu’nu okumaktan içim bayıldı.
Onu ifade edeyim. O uzun fizikçi leylek bana hep tepeden bakıyor ama, bırakır netice itibariyle bu işleri… Bu işler ona göre değil. Bir kere boyu uzun.
Yıldırım’a dikkat edin. Fıkraları yazılacak adamdır.
Mesut’tan korkmayın. Görevimiz Tehlike dizisindeki disket gibi kendi kendini yokedecektir o…
Ama o sarışın kız tehlikeli… Bakınız eski bir Japon atasözü şöyle der; “Kocasına soyadını veren kadından kork!.” Gelecek o şuh meclise onu da söyleyeyim.
Mektubuma burada son veriyorum. Daha 3000 yılına mektup yazacağım. Şu an aranızda yoksam hepinizi öptüm kabul edin… Yaşıyorsam dert değil. Ben sizi nasılsa bi şekilde öpüyorumdur zaten. Onu da ifade edeyim…
Allah sizi IMF’ye muhtaç etmesin.
Sizin Turgut’unuz…
———————————————————
Şarkılar bitmiş olacak
Söğüt gölgesinde o ne yaz öyle?
Serin kuytularda sular uyumuş…
Çocuklar, çocuklar, yine çocuklar.
Bitmeyen oyunlar şenlik mi böyle?
Çocuklar, çocuklar ve bir küçük kuş:
O küçük kuş sonra geldi çocuğa,
Günahsız elinden ekmek istedi.
Anne uzaklardan güldü çocuğa.
Tutup kanadından öpmek istedi,
Kuş kaçınca bir hal oldu çocuğa.
O kuşun ardınca o da uçmalı,
Çıkmalı köyünün ufuklarından.
Giden çocuklarla o da koşmalı;
‘Ona ne’ olmalı gelmez yarından,
O da yürümeli, o da coşmalı…
Çocuklar, karneler, okul çıkışı,
Anneler hediye, anneler kucak…
Yanlarından geçip gider bir kişi.
Onun mu.. annesi gitmiş olacak,
-Sen gitme ardından; yeter bir kişi
-Sen gitme şarkılar bitmiş olacak…
İlhan Palalı
Teşekkür ediyorum
‘Teşekkür ediyorum’u, bir yabancıya nasıl öğretirsiniz? Dünya Türk İşadamları Kurultayı’nın popüler ismi Hong Kong’lu patron Zuhal Mansfield insan olarak da çok keyifli bir portre çiziyor. Hayatı boyunca yabancılarla birlikte olduğundan kendine göre formüller bulmuş.
Bunlardan bir tanesi İngilizce bilen yabancılara Türkçe “Teşekkür ederim” cümlesini öğretmek.
Şöyle anlatıyor:
-Yabancı misafirin geliyor, Türkiye’de ağırlıyorsun. Adam elbette; “Türkçe’de ‘Thank you’ nasıl dersiniz?” Diye soruyor.
“Teşekkür ederim” dediğinizde size bir garip bakıyor, çünkü bir yabancı için söylemesi çok zor bir cümle.
Şu yabancılara nasıl bunu dedirtsek diye düşündüm ve bir formül buldum. Onu söylüyorum, bir daha asla unutmuyorlar.
Formül ise şu:
İngilizce olarak;
“Çay şeker odanızda” diyorum… Yani;
“Tea sugar at your room.”
Bunu İngilizce söylediklerinde, Türkçe “Teşekkür ediyorum” u telaffuz etmiş oluyorlar…
…..
Basit ama düşünmek lazımdı!..
Gönd: Ayla Öztopal
Stop
Muammer Erkul
13 Mayıs 2000 Cumartesi