"Turnalar uçun…
Yayladan geçin…”
Namlunun gözü gibi baktı bana!..
…..
Biliyordum…
Şimdi ben, vurulacaktım,, hem de bir turna gibi;
Ve düşecektim, ayaklarına!..
Halbuki, uzuuundu yolum.
Uzundu ama, canıma doğrulmuş kara bir namlu deliği gibiydi bakışları…
Yolu uzundu her turnanın,, ama ben “sanacaktım” artık sadece, bu yolun uzunluğunu…
Uzundu yolum; döndüğünde bana, ve dosdoğru canıma doğrulduğunda bakışları, bir namlu gibi!..
Uzundu yolum…
Şimdi sanki, titreyen bir iskemlenin üstünde tünemeye çalışıyordum; boynumda ilmek…
Ben iskemleden, iskemle benden daha çok titriyordu!
…..
Yani, yolu uzun bir turna yere seriliyordu; bırakarak uzun yolunun üstünde hayallerini…
Halbuki vurulmak, yorulmaktır…
Vurulmaktır yorulmak veya yorulmaktır vurulmaktan kötüsü; gidenlerin ardından, bakakalmaktır!..
“Turnaları indirmeyin yerlere, onlar yüksekten uçar…
Turnalar elle sevilmez;
Dille sevilir, gözle sevilir, gönülle sevilir!..”
Namlunun gözü gibi baktı bana…
Öyle ki, anladım; bir turna gibi vurulacağımı ve gözümü yolumun üstünde bırakarak düşeceğimi, ayaklarına…
Anladım; yolum yolda kalacaktı, kanım toza karışırken!..
Ve sıcak bir namlu, kılıfına sokulacaktı…
…..
“Turnalar uçun… Yayladan geçin… Yarimi seçin, turnalar…”
Stop
Muammer Erkul
17 Eylül 2003 Çarşamba