Bütün gece üç kelimeyle uğraştım…
Bende çok sık olur bu. Bir konu, aniden, bütünüyle beliriverir zihnimde… Derim ki; “A’hahh!.. Bu yazı, bugüne kadar yazdığım en iyi şey olacak!..”
Ama kalkıp “en iyi yazı”yı yazmak yerine, “hayaline” dalarım hep… Ve bu hayal, yatırıp beni kucağına kulağımın arkasını kaşır, parmaklarını saçımın arasında dolaştırır, kirpiklerimi okşar, perçemlerime üfler…ve ben… beenn…
…mırıııl mırıl uyurum!
Sabah olunca fırlarım; yorganı açılmış, yatakta yalnız bırakılmış gibi… Şimdi, dolansam da soğuk odalarda, çenelerim titreyerek bağırsam da farketmez;
“Kimdi o, kirpiklerime üfleyen? Kimdi yüzümde parmağını dolaştırıp saçlarımı okşayan?..
Adı neydi?..”
Halbuki kalkıp iki satır yazabilsem uykunun arasında, ihtimaldir; sabah getirebilirim gerisini…
İşte bu gece, hep aynı kelimelerle uğraştım…
Sıkışmış da kalkmaya üşenen bir adam gibi, uyumaya zorladım kendimi. Uyudum da… Ama, gene uyandım! Sonra yeniden uyumaya zorladım kendimi, üç kelimeyi unutmaya çalışarak… Başardım da, ama uykuda kalmayı başaramayıp; gene uyandım!..
Birileri, belki bu üçünün “yazılmışını” bekliyordu benden!..
Belki de bu üç kelime “yazılmak” istiyordu sadece, benim tembelliğime inat!
Sonunda, o sıkışmış adamın fırlayışı gibi ben de fırladım ki yataktan; daha güneşin doğmasına çook var. Kalktım, gittim ve küçük bir kâğıda not aldım:
“Duyma… Dinle… Söyle…”
Bu muydu şimdi, bütün gecemin zehri?..
Bu kadar kolay mıydı yani, bütün geceme malolan boğuşmalardan kurtulmak?..
Küçücük bir kağıt, üç kelime; ve ciğerime saplanmış çivi başları gibi onbeş tane harf:
“Duyma… Dinle… Söyle…”
…..
Ohhh, çivilerim çıktı; şimdi rahatladım! Bu defa da uykum kaçtı, çayın suyunu koydum… Şimdi, gün çoktan canlandı, okullarda ders, fabrikalarda iş başladı. Avucumda ne zaman sıcak bir bardak tutsam, seni hatırladığım gibi; şimdi, bu üç kelime yine sana gidiyor; çünkü gün doğmadan koyduğum çayın son bardağı avucumda…
Seni seviyorum!
Onun için işte, bütün gece kulağıma fısıldanan üç kelimeyi fısıldıyorum, kokunu duyduğum kulağına…
Seni öven çok şey söylenir, ve söylenecek; DUYMA, diyordu… Farzet ki, hiç söylenmemişler, hiç methedilmemişsin; farzet ki kulakların duymuyor… Duymamak sana hız verir ve duymamak, şakşak meclislerinde zaman kaybetmene mani olur…
Yürüyen insan, oturan insandan fazla eleştirilir. Fakat insanlar yüze karşı konuşmaz; DİNLE, diyordu… Seni sevmeyenler her şeyini eleştirir, dostun gözükenler kulaktan kulağa fısıldaşır, sevenlerin ise sevdikleri için sende kusur göremeyebilirler!.. Sen, bu insanlar arasından “sana sızanları” iyi dinlemelisin… Böyle, dikkatle dinlemek; karışık yollardaki işaret levhalarını çözer gibi, yönünü düzeltmeni sağlar.
Karşındakine çok şey söylemek gelir aklına. Ama sen, bunlardan sadece iyi olanları SÖYLE, diyordu… Farzet ki dilin yok. İyileri söylemek veya iyilikle söylemek veya iyi söylemeyeceksen susmak; düşmanlarının azalmasını, yolunun açılmasını sağlar…
Özeti şu yani, bütün gecemin ve yarım günümün:
Övgüleri DUYMA, yergileri DİNLE, iyileri SÖYLE!..
Stop
Muammer Erkul
28 Aralık 2001 Cuma