Mezara koyduğumuz annemizin başında ağlar dururuz;
"Ahhh anneciğim, hayatta olsaydın ya şimdi… Gittin, doyamadan sana!.."
İyi de, annen hayattaydı zaten düne kadar…
Ama sen, en son ne zaman elini öptüğünü bile hatırlamıyorsun onun.
Ve biliyorsun ki; yüz sene daha ömür verilse bu kadıncağıza, sen yine uğramayacaksın yanına, bayramlarda bile!..
İnsanoğluyuz ya, huyumuzdur; bir şeyi ciddiye almak için onu kaybetmeyi bekleriz!..
Ama bulduğumuz zaman da bozmaya çalışırız; hani, yeni yağmış karda ilk biz yürüyelim, ıslak betonun üstünde ilk bizim postalımızın izi kalsın, der gibi!..
…..
Şu yemyeşil ormanın içinden iki üç dönümünü söküp bir çiftlik kurmayı hayal ederiz, bilmeden; bin kişinin daha aynı ormanın yeşiline kan doğrama hayalini kurduğunu!..
Bir gün…
Küvet-lavabo deliklerini dolduran saçlarımızı tekrar tepemizde bulsak; acaba her gün muntazaman tarar, belirli aralıklarla yıkayıp bakımını yapar, ve zamanı geldikçe uçlarından aldırır mıydık?..
Diş etlerimizi eski sağlığına kavuşmuş, dişlerimizi çürüksüz ve pırıl pırıl bulsak; acaba her gün muntazaman fırçalar, gerektiğinde gargara yapar, sert maddelerle zedelemekten kaçınır ve yılda bir iki kere de hekim kontrolünden geçirir miydik?..
Uyansak ki, tenimiz bir bebeğin yüzü gibi pürüzsüz!.. Acaba yağ ve nem oranını dengede tutmaya çalışır, anlamsız-abartılı mimiklerle cildimizi kırmaktan ve güneş altında yakıp-kavurmaktan vazgeçer miydik?..
İyi de dostlar; annemiz yoksa babamız hayatta, o da yoksa bazı büyüklerimiz yaşıyor hâlâ…
Ne yapıyoruz?
Ve hâlâ saçımız var başımızın bazı bölgelerinde…
Ne yapıyoruz?
Ve hâlâ dişlerimiz var, ve hâlâ tenimiz güzel; pek çok kimseden…
Ne yapıyoruz?
"Elimizde ne kaldı", değil soru…
Soru şu:
Elimizde olanlar için, ne yapmaktayız?..
…..
İster bedeninizi düşünün, ister ailenizi düşünün, ister akraba ve arkadaş çevrenizi, ve isterseniz gözünüzün gördüğü ve görmediği alemi…
Ama, düşünün bence… Düşünelim hep beraber;
Henüz kaybetmeden!..
Stop
Muammer Erkul
03 Mart 2004 Çarşamba