Yağış mı, işte var… [25 Ocak 2007 Perşembe]

Yazdan sonra koca bir sonbahar geçti, kış da geçmek üzere; yağış yok…
Gerçekten, bu kimin umurunda?
Rahmet incecik dökülürken; yağmur lüzum ettiği yere lazım olduğu kadar yağarken… Berrak göller gülümser, temiz dereler şırıldarken kimse farkında değildi. Zaman geçti ve pişmanlıklar duymaya başladık… Dileyelim de bu kadarla kalsın!

Yağış olunca hava temizlenir… Yağış olunca mikroplar kırılır… Yağış olunca sıcak ve soğuk dengesi korunur… Yağış olunca iklim düzene girer… Yağış olunca ağaçlar beslenir, bitkiler yeşerir, barajlar dolar, susuzlar suya kanar…
Hem tertemiz yağışlar olacak… Ve hem de bu sulardan içecek, hayatta kalmak isteyen canlılar!
Birinden biri eksik olunca sıkıntı doğuyor.
Kar ise; bu toprakta dinlenip, bu toprakta süzülüp, bu toprakta lezzetlenip, gözelerden kaynayacak olan suların yatağını dolduruyor. Kar suyu, derinlere nüfuz ediyor ve kökleri kurumaktan koruyor.

Bununla tasalanan kimselere ne çok ihtiyaç var… Yağmur yağmadığını gören, kaynakların azaldığına dikkat eden, suyun lezzet ve sağlığını kaybetmeye başladığını fark eden, üstelik bir de suya ihtiyacı olanların su içmediğini anlayıp şaşkına dönen… Bunu önlemek için çırpınan.. Hayatını buna adayan kimselere ne çok ihtiyaç var…
Aynı fikirde miyiz?
Fakat ben kitaplardan bahsediyordum!
Hâlâ aynı fikirdeyiz değil mi?

Doğru kitaplar yağmur gibi yayınlanmazsa mikroplar kırılmaz ve asit yağmurları, zehir yağmurları inip üstümüze; temiz olan, güzel olan ne varsa bozar, zehirler… Kaynaklar kurur, temiz su kalmaz!
İşte bunun derdiyle, yani kitap susuzluğunun derdiyle dertlenmiş kimselere, su derdiyle dertlenenlerden bile fazla ihtiyaç var!
(İşi olan gidebilir artık!
Çünkü şimdi daha özel şeyler söyleyeceğim…)
…..
Şehriyârân ismindeki kitap serisi ne Abdüllatif Uyan ağabeyin, ne benim, ne de bir başkasınındır… Farkında olalım veya olmayalım; o menkıbeler he-pi-mi-zin-dir!..
Bir söz nasıl söylenirse anlaşılır, bilemiyorum; bilsem zaten söylerdim!
Ama “Bin Evliya Menkıbesi, Şehriyârân” başlığı altında yayınlanan ve binlerce hikâyeyi, hatırayı, sohbeti ihtiva eden, her biri 128’er sayfalık bu 36 kitap hakkında sayfalar dolusu yazılsa, ekranlar dolusu anlatılsa, yine az gelir… (Yeri gelmişken söyleyelim, “Bin evliya menkıbesi Şehriyârân kitapları hakkında bilgi almak için 0212. 512 15 67’yi arayabilirsiniz)
Üstelik “ben bir defa yazdım, sen iki kere söyledin” diye, iş bitmiş olmaz. Yani üç beş kişi kıldığı zaman vebali diğerlerinin üzerinden de kalkan cenaze namazı gibi; birkaç kişi yazıp konuşunca, bu iş diğerlerinin de üzerinden kalkmaz!..
Sözüm meclisten içeri!

Bazen tatlı tatlı can sıkmak, acıtmadan dürtüklemek iyidir… Belki böyle yapınca harekete geçebilir bazı insanlar. Bazılarıysa kendileri bir yana, torunlarının bile her şeyi bilerek(!) doğacağından emindirler!..
Sözümüz, zaten; her şeyi bilerek doğacak çocukların babalarına, dedelerine değil ki… Sözümüz; “hele ayağıma getirin de, bir ara belki okurum” diyenlere de olamaz ki zaten…
Bizim sözümüz; “acaba neyle geçmeli zamanımız, çocuklarımız kimi sevip kimden örnek alsın” diyenlereydi… Bizim sözümüz bilmeyenlereydi…
Yaşasın bilmeyenler!

Stop
Muammer Erkul
25 Ocak 2007 Perşembe

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir