Yanlış zarf (!)
İsmini hatırlamıyorum. Zaten bilsem de yayınlamazdım…
Ama çok ilginç bir örnek olduğundan… Ayrıca en azından beş senedir benimle irtibatını kesmiş; belki artık köşemizi bile okumuyor olduğundan bu kısacık hatırayı (sadece örnek vermek maksadıyla) yayınlamakta mahzur görmüyorum…
Nasıl hassastı mektuplarında, nasıl;
Sanırsınız ki bir kelebek yürüyordu kâğıdın üzerinde!..
Yazısı muntazamdı; aynı büyüklükteki harfler, belirli aralıklarla ve bir hizada olmak üzere dizili dururlardı, tertemiz…
İfadelerini de çok beğenirdim;
Hoş benzetmeler yapar, sıkmadan, yormadan anlatırdı meramını; bir derenin gözesinden alınmış bir bardak tatlı ve serin suyu ikram eder gibi…
Ufak denemeler, hikayecikler, şiircikler gönderirdi bana.
Hoşlandığım için de gelmesini beklerdim mektuplarının…
Bir gün…
Küçücük, masum bir hata yaptı.
Sanıyorum ki; benimle olan irtibatını işte o ufak hatası kopardı…
Postayı aldım, zarfları şöyle bir elden geçirdim…
Diğerlerinden evvel açıp okuyacaklarımı önüme yığıp geriye kalanları masanın kenarına doğru sürdüm…
Onun zarfı kaçıncı sıradaydı, bilmiyorum…
Kendisinden neler beklediğimi bilmenin rahatlığıyla açtım zarfı… Ama sanki başka bir koku sinmişti kağıdın üzerine!..
(Bu çoğu zaman olur; zarfı açarken, henüz tek satır bile okumadan, içerdeki duygularını yakalamaya başlarsınız ya mektup sahibinin…)
…..
Hitap garip geldi önce…
Sonra, ürkek kelimeler sıkıntılı ve endişeli cümleleri oluşturmaya başladı…
Dalgın mıydım ne, anlayamıyordum!.. Kısa mektubun sonuna doğru her şey aşikâre meydana döküldü ve ancak bir hanımın bir başka hanım jinekoloğa (üstelik yüz yüze gelmeden) anlatabileceği bir üslup ile mevcut dert anlatıldı!..
İşte o zaman farkına vardım;
Demek ki üzeri yazılmış iki zarf vardı önünde o hassas okuyucumun…
…..
Ama artık yapılacak da bir şey yoktu!..
Ben, (yazmaya devam etse bile) sanki o mektup benim elime hiç geçmemiş gibi yapmaya karar verdim…
…Ama bir daha hiç yazmadı!
İşte bu…
Üzerinden en az beş yıl geçmiş olan belki üzücü, belki komik; ama besbelli ki çok talihsiz bu olay her aklıma geldiğinde;
“KENDİ ÖNÜMDEKİ ZARFLARA” bakıp bakıp ürperiyorum…
…..
Çünkü yıllar geçtikçe ve ben dinlemeyi, öğrenmeyi tercih ettikçe farkediyorum ki;
Bizler, bir ömür boyu “KENDİMİZİ YAZAN” mektubuz!..
Ve önümüzde sadece iki yol…
Yalnızca iki seçenek…
Yani, “BİRİNİ” tercih etmeye mecbur olduğumuz İKİ ZARF var önümüzde… Ve bunlardan birinin üzerinde “Cennet” diğerindeyse “Cehennem” yazıyor!
———————————————————–
Mîrâc kıyafetini görmek ister miydiniz?
Mîrâc’da giyilen Hırka-i Şerîf…
Peygamber efendimizin mübarek hırkalarından ikisinin İstanbul’da bulunduğunu…
Bunlardan birincisinin; halife olduğu zaman Yavuz Sultan Selim Han’a teslim edilen ve şimdi Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saâdet dairesinde bulunduğunu…
İkincisinin ise; Sevgili Peygamberimizin Mîrâc’da giymiş oldukları…
Sonradan Veysel Karânî hazretlerine hediye gönderilen Hırka-i Şerîf olduğunu önceki güne kadar ben bilmiyordum…
İşte bu Hırka-i Şerîf elden ele geçerek 2. Osman Hân’a hediye edilmiş… Sultan Abdülmecid Hân da bu Hırka-i Şerîf için Fatih semtindeki Hırka-i Şerîf Camiî’ni yaptırmış…
Bu Hırka-i Şerîf’in ise her yıl Ramazan-ı Şerîf’in ilk Cuma günü İstanbul’un Fatih semtindeki Hırka-i Şerîf Camiî’nde ziyarete açıldığını eminim ki hepiniz bilmektesiniz…
HADİS-İ ŞERİF’ler
* “İyilik kolay bir şeydir. Güler yüz ve yumuşak söz bunu temin eder.”
* “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allahü teâlâ da onun dünya ve ahırette ayıbını örter.”
* “Müslüman demek, Müslümanlara eli ile, dili ile zarar vermeyen kimse demektir.”
* “Din kardeşine karşı güleryüzlü olmak, ona iyi şeyleri öğretmek, kötülük yapmasını önlemek hep sadakadır.”
Sadi’den:
Cennet, Cehennem ve rıza Bir Meczub’a sordular:
“Cenneti mi istersin, yoksa Cehennemi mi?”
“Ne Cenneti ne de Cehennemi” dedi.
“Ne demek istiyorsun?..” dediler.
“Benim isteğim O’nun razı olduğundadır” dedi.
Stop
Muammer Erkul
28 Kasım 2000 Salı