Haritalardaki bazı kelime ve işaretlerin yeterince anlam ifade etmeleri için, insanın oraları görmesi lazım. Yoksa ırmaklar, göller, dağlar, hatta koca şehirler; kitap sayfaları arasında yatan birkaç harften başka ne ki!
Misal: Dirgina neresidir, dağdan inene ne ifade eder, biliyorum artık!
30 Temmuz günü öğlen olmadan Bolu’dan çıktık. Yukarısoku’dan kuzeye, Çukurören’e doğru Bolu Dağları’na vurduk… Bildiğimiz iki şey var: Meşhur Yedigöller’e gidiyoruz ve oranın Bolu’ya uzaklığı 42 kilometredir.
İyi de, biraz sonra yol bitti! İş makinelerinin, tomruk çeken kamyonlar için açtığı taşlı topraklı yollarda, önümüzdeki arabanın toz bulutuna girmemeye çalışarak ilerlemeye başladık.
Her zaman bunu düşünüyorum ve söylüyorum: Yeryüzü cenneti gibi olan şu ülkemiz, diğerleriyle kıyaslanmayacak kadar güzel, emsalsiz… Fakat önce onu tanımamız ve kıymetini bilmemiz lazım…
Kimi zaman zorlanarak ama hep dikkat ederek, tekerleklerin geçeceği noktaları hesaplayarak ilerliyoruz: Çeşitli bitkiler, yabani mantarlar, usul usul süzülen yırtıcı kuşlar, karaca ve geyiklerin yaşadığı bölgeleri işaret eden uyarı levhaları, yolların kenarına kütüklerden yontulmuş çeşme başı yalakları…
Bulutlara yol olsaydı, merdivenlerinden biri de Bolu Dağları’ndan olurdu! Dimdik tepelerin üstüne örtülmüş, sonu yok gibi görülen ormanda, Allah nazardan saklasın; fıstık çamından ladine kadar çamgillerin her çeşidi… Tarihî cami ve konaklarımızın direk, kolon ve kirişlerinde kullanıldığını gördüğüm dev ağaç gövdelerinin nerelerde yetiştiğini artık merak etmiyorum!
Ormanın çıkamadığı yükseklikleri de aşınca, inmeye başlıyoruz.
Bolu’dan çıkalı 42 km olmuş ama dağda yol almak otobanda gitmeye benzemiyor! Saatler sonra “Yedigöller Milli Parkı” tabelasını görüyoruz. Zor ulaşılan kıymetli olur belki de. Ve belki de daha çok ulaşan olsa güzelliğini kaybedebilirdi bu yedi tane göl…
Stop
Muammer Erkul
07 Ağustos 2009 Cuma
Güzel yazınızı yine çok güzel bir ifadeyle bitirmişsiniz Muammer abi. Bazen insan elinin heryere değemeyişi iyi oluyor. Biz de geçen pazar Kastamonu Taşköprü’deki asker olan yeğenimin yanına gittik. Cennet vatanıma birkez daha aşık oldum. Taşköprü’den Tosya’ya ormanın içinden geldik, sizin de dediğiniz gibi koca koca kütüklerden oyulmuş su yalakları ve bu sıcakta buzz gibi akan o sular. Bizim yıllarca gözümüz gibi bakıp da birtürlü büyütemediğimiz o ladinler, sanki normal birer ot gibi bitmişler heryerden. İnanın bir bebek kadar sevimli geldiler bana, her birini kucaklayıp öpesim geldi. Rüzgârı gül kokan vatanım benim…
ASLI