Dedemi dinledim içimde…
Dedi ki;
"Yediğin, cesedinle kalır, oğuul;
Yedirdiğin seninle gider!.."
Sarsıldım!..
Ben sarsılırsam sarsılır bastığım toprak!..
Sarsılmak; anlamaktır!..
Anlamaksa, yarınlara mıknatıs!..
İki el tutar yakamdan; benden, hakkını almak isteyen…
Ellerim dahi boş değildir hiçbir zaman… Yürürüz; bir elimde gelecek, ve bir elimde hatıralar!..
Dedem der ki kulağıma, fısııl fısıl:
"Yediğin, cesedinle kalır oğlum;
Ancak, yedirdiğin seninle gider!.."
Ve sonra devam eder:
Onbeş asır evvel yaşamış bir atı kimse bilmez; bu, dünyanın en güzel, en güçlü, en hızlı, en sadık hayvanı bile olsa…
Ama cömert Hâtim’in atı kıyamete kadar bilinir… Hem de ömrü yettiğince binildiği için değil, sıradan bir yılkı atı gibi, hatta sürüden yakalanmış bir oğlak gibi kesilip pişirildiği için!..
Hâtim-i Tâi, bi’setten önce 644 yılına kadar yaşamış bir şairdi… Ve öyle bir ata sahipti ki; Acem’den Habeş’e kadar ünü bilinir, gökte hızla uçan bir kara bulut görülse, onun duman rengi küheylânı sanılırdı…
Rum ülkesinin hükümdarına da ulaştı bu haber. İşinin ehli vezirinin yanına on kişi katıp;
"Gidin ve atını isteyin, dedi… Görelim bakalım cömertliğini!.."
Uzun yollardan gelenler, bir tûfan gecesinde vardılar şairin evine… Şimşekler ardarda patlıyor ve seller neye ve kime rastlarsa sürüklüyordu…
Hâtim, güzelce ağırladı misafirleri; hediyeler verdi, karınlarını doyurdu ve altlarına kuru döşekler serdi…
Sabah oldu. Gelenler niçin geldiklerini söyleyince öğrendiler ki; hayvan sürüleri uzakta olduğundan, ve geceki tufanda ulaşılamadıklarından, ve de o sırada elinde başka yiyecek bulunmadığından, ev sahibi kendi atını kesmiş ve pişirip misafirlerine ikram etmişti;
"Ünü dört iklimi tutmuş bir ata sahip olmaktansa,
Cömert bir ada sahip olmak daha önemlidir" diyerek!..
Simdi, siz de benim gibi dedenizi duysanız içinizde, ve;
"Yediğin, cesedinle kalır, oğlum…
Yedirdiğin seninle gider" dese…
Sarsılmaz mısınız?..
Stop
Muammer Erkul
04 Ekim 2002 Cuma