(Bilgisayarımın yanında öyle bir greyfurt var ki; sanki son yılları hiç görmemiş gibi, çevresi yarım metreye yakın!.. Daha irileri de olurmuş bunların, öyle diyorlar… Ama nasıl da güzel kokuyor, anlatılmaz…)
Yedi ile başlayan (70’li) yıllarda, “Yerli malı” dediklerinde, çizgi filmlerde gördüğüm “yerliler” gelirdi aklıma hep… Yerli malı ne olabilirdi ki; ağaçtan kopartılmış birkaç meyve, ayıp yerlerini örtecek kadar çaput, iki kucak çalı çırpıdan ibaret barınak… Bir de, küçük kemikler dizilerek yapılan kolyelerden başka?..
İşte böyle düşünerek bağırırdım ablamlarla birlikte, okullarda öğretilen şiiri:
“Yerli malıı, yurdun malııı… Her Türk onu kullanmalııı…”
…..
Ama… Yedili yıllar bitip sekizle başlayanlar geldiğinde, hâlâ YERLİ MALI bir “kemikten kolye” sahibi olamamıştım; o kadar istememe, ve o kadar da bağırmama rağmen!..
Sebep mi?.. Sebep; “yerli malı kullanmak” demek, kemikten kolye takmak değil de; kereviz, pırasa, karnabahar filan yemekmiş!..
Bilsem, bağırır mıydım onca zaman? Geç öğrendim!..
Malum, İncirköy’lüyüz…
Fakat her ne kadar adı “köy” de olsa, o zamanlar da bizim mahallenin yollarında; ağııır ağır dolaşan yerli malı hayvanlar… Kerpiç duvarlara yapıştırılan yerli malı tezekleri… Hatta bunların yakılabileceği fırınlar bile yoktu… İşte bu yüzden, boynumuz uzaya uzaya taşıdığımız küçük tüplerin üstüne oturup kuyrukta beklerdik…
Yediyle başlayan yıllarda; bir iskele, istasyon, otobüs durağı, hatta tek şeritli bir karayoluna bile (yaya) ulaşılabilecek her yer “medeniyet sınırları”na dahil addediliyordu, ve insanlar da çok mutluydu. Sonra, herşeyin bölünüp parçalandığını hatırlıyorum…
Sekiz ile başlayan yıllarda maçları renkli seyretmeye, telefonlarla evlerden konuşmaya… Bir de, otoyollarla tanışmaya başladık…
Dokuz ile başlayan yıllarda, işi olan her delikanlı bir özel araba sürmeye, eline çanta geçiren herkes dünyanın bir köşesine iş bağlantısına gitmeye başladı… Her birimizin ufku vardı artık, büyük düşünceleri vardı, dünyanın devleriyle çarpışacak gücü, ve enerjisi, ve azmi var… iken… ne oldu, bilmiyorum; 9 ile başlayan bütün sayılar bittiii, ve 0’a düştük!.. Bilgisayarlarımız bile şaşırdı 99’dan sonra 00 geldiğinde…
Sonunda, 00 bitti şükür, 01 de bitiyor yarın… Yani sıfırdan aldık, en baştan!..
Odama muhteşem bir koku yayılıyor, bilgisayarın yanındaki koccaman greyfurttan. Bu greyfurt ve biraz da limon portakal Dörtyol’dan gelmiş… İlyas’ın köydeki hanımı içli köfte yapıp göndermiş, Adana usulü… Davut, Ordu’dan bir torba patates getirmiş, küçük ama çok lezzetli… Sevim’le Sibel davet sahibeleri olarak Türk kahveli kek pişirmişler. Füsun ve Esra bahçe sebzeleriyle çoban salata yapıp, köpük köpük ayran karıştırmışlar… Böreği ise kimin yaptığını görmedim…
Üstüne de halis muhlis Rize çayı içtik!..
Elif Sabah kanapede uyumuş, cebinde öğretmeninin yazdığı bir not olduğu halde. Anaokulunda kutlanacak “Yerli Malı Haftası” için erzak talep ediyor!..
…..
Hatırladığımdan gene 7 ile başlayan yılları, avaz avaz bağırmak geliyor içimden: “Yerli malı yurdun malııı, her Türk onu kullanmalı!..”
Kızlardan biri diyor ki:
“Olsun… Henüz Mercedesleri merkepler çekmiyor ki!..”
…..
Hoş geldiiiin, İKİBİNİKİ!..
Stop
Muammer Erkul
30 Aralık 2001 Pazar