Yılaydın’12 [01 Ocak 2012 Pazar]


Benim ve pek çok kimsenin, bir “anlama ânı” vardır ki; bu, sanki suyun kaynama veya donma noktasına benzer! Akıcı suyun buhar uçuculuğuna yahut buz katılığına tebdîli gibi; sanki bir anda şekil değiştiriverir, zihnindeki mânâlar…
Anlatmaya çalışan kimse ise, sizin “anladım” deme şeklinizden işte o sırada anlar anlatılanı anladığınızı. Sonra; doğru soruları sormaya başlar yani anladığınız doğruyu pekiştirmeye başlarsınız…

Bir de +4 derece sendromu(*) vardır kii, çooklarının lastiği o noktada kayar!
Ve onu bir daha toparlamak zor olur…
Çünkü o kişi, o noktada “anladım” deyip çekmecesini kapatmış olur.
Peki ne zaman?
Kutusunun içine “anlama mücevherinin” konulduğunu zannettiği sırada…

Yani bu zan ile, kıymetli olan dışarıda kalmıştır…
İşte bu yüzden çoğu kutular boştur ve kıymetli mücevherler hırsızların ellerindedir!

Anladım dedikleri için de; o kişilerin kutularını tekrar çıkarmaları, kilitlerini açmaları, içindekini boşaltıp onun yerine yenisini koymaları çok zor ve bazen de sanki mümkün değil gibidir!

Birçok konuyu bir cümle/kelimeyle anladık çoğumuz. Umarım ve dilerim ki “Yılaydın” kelimesi de anahtar olur kimilerine…

Günaydın…
Bugün yeni bir gün, sana hayırlı sabahlar. Hepinize günaydın, çünkü bu başlayan gün bizler için yeni bir başlangıçtır. Ve her başlangıç yeni bir umuttur, heyecandır…

Öyleyse, günaydın! 🙂 İyi günler, iyi haftalar…
Hangi bölünmüş zaman dilimi içindeyseniz, hayatınızın o dilimi ve bütünü için iyi temenniler…
Bağlantılı olarak, yeni bir sene başlarken;
Yılaydın…

İyi, güzel, başarılı, sağlıklı, huzurlu, mutlu yıllar… Çünkü aynen yeni bir gün gibi, yeni bir hafta, ay gibi, yeni bir yıldır bu sabah başlayan…
İşte onun için “yılaydın” diyorum, aynen “günaydın” der gibi…
Yani, iyi seneler! 🙂

…..
(*) Böyle bir hastalık kayıtlı değildir. Su +4 derecede en ağır/yoğun haldedir ve dibe çöker. “+4 derece sendromu” ifadesini de şimdi kelimelere ben döktüm, yukarıdaki ara manayı anlatabilmek için. M.E.


 

Stop
Muammer Erkul
01 Ocak 2012 Pazar

 

9 yorum

  1. Kaçırdınız bence bir hususu, bu gün ki yazınızda! Bu bir tenkittir size…

    Lakin bu tenkit, Muammer abinin muhabbetine hasret!:)

    Anlamak suyun kaynama ve donma arasında gidip gelen o kısacık serüvende bile zordur.
    Zira günümüzde ki sular salt hayat verir bu fani yaşamı devam için bizlere…
    Ve içinde başka alemlere götürecek nitelikler kalmamıştır ki, nerede teessüs ede gelsin…
    Ne kaynama! Ne donma!
    Yıl aydın mıdır şimdi? Öyle ya güneşte vardır hala. Hava, toprak ve su…

    Durup da! Donma noktasındaki suyu, çözülmesini beklemekten gayri,

    İki yer vardır. Ve üç su kalmıştır bu gün… Anlamak için…
    Ben onların sırrını ifşa edeyim şimdi…

    Suyun çıktığı nokta önemlidir… Ve kimlerin keşfettiği…
    Donması da ve kaynaması da insan bilincinden bağımsız veya somut olarak var olan bir gerçeği hatırlatsa da zihinlerimize,
    çoğu zaman anlamak, yıl aydın olacaksa doğru kaynağı bulmaktan geçer… Ona bulup sarılır bir teslimiyette…

    Evet yıl aydın olacaksa bu gün, suyun çıktığı koca bir kaya kütlesinin dibinde ki bir tekkeye işaret etmek gerek…
    Ta Anadolu dan gelen dervişlerin kurduğu Balagay Tekkesine… Bosna Hersek…

    Bir kaya kütlesi abanmış gibi durur tekkenin üzerine doğru…
    Ve büyük bir mağaranın altından saniyede 43 bin litre şifalı bir su çıkar. Sonra bir nehre dönüşür…
    Başka sulara benzemez bu su. Bir bardak daldırıldığın ozon kokusu bariz olarak duyulur. İçildiğinde insanı dinlendirir! Yorgunluğu ve harareti giderir…
    Su hegsagonel (altı köşeli kristal ) formda olduğu için İnsanın içini temizler… Zihinlerde ki serbest radikalleri nötralize eder… Belki anlamayı kolaylaştırır miladi bir yılda. Hım! Ne dersiniz?
    Zira yeraltından, doğal ve mükemmel bir formda, hiç bozulmadan dünya üzerine bir nimet gibi çıkmaktadır.
    Altın Silsileyi okuduğunuzda eteklerinde, kıymetli olan dışarıda kalmayacaktır.. Anlama
    mücevheri bir insanın elinde ki kitaptan düşer kalbine… Ne bir hırsız çalabilir artık onu… Ne de dibinden akan serin sulara gömülür…

    Kaşgari dergahında oturur gibi oturursun.
    Haber salarsın Necip Fazıla!
    Gökyüzünden haberli çocuklarla
    Uçurtma uçurursun hep bir arada Eyüp Sultanda!

    Şimdi anlamak için soruyorum!
    Acaba bu dervişler tekkeyi kurarken suyun kimyasal bir analizini yaptırabilmişler miydi? Ne mümkün?
    O halde nasıl keşfetmişlerdir dünyada az bulunur bu kalitede ki ikinci suyu? Ve nasıl hesaplamışlardır ki aradan yıllar geçecek ve Hırvatların attıkları bombalar, o dev kayayı aşamayıp böylece bu güne miras kalan bu tekkeye, bir zeval gelmeyecektir..
    Evet bir su vardır orada. Bir de tekkenin manevi bekçileri…
    Gidip görmek nasip olmadı ama olsun! Dünyanın en iyi suyunu, Müslüman ceddimizin bulması, bizim için kafi derecede bir övünç kaynağı… Yıl aydını anlamak gibi…

    Bir de zemzem vardır! Dünyada bakteri üretmeyen tek su…
    İçildiğinde sanki vesveseler gider. İzan duygusunu artırır. İçinde serbest klor vardır. o bildiğimiz sentetik klor değil.
    Biri süpürge diğeri ise vahşi bir kedi olarak biline gelmiştir.
    İsimler benzese de aralarında fark çoktur. Biri kirimizden pasımızdan arındırır bizi. Diğeri içimizde ne kadar kayda değer nakil ilmi varsa tırmalayıp durur onu…
    Zemzem şifadır… Diğer sular yırtıcı…

    Ayrıca büyükler vaktiyle içine okuyup ta boşuna içirmemişlerdir bizlere, dualı suları…
    Şimdi bilimsel olarak tespit edilmiştir ki, su formasyonel bilgiyi içine alır, taşır… Ve bir duaysa içine zerk edilen raks etmeye başlar adeta… Büyüklerin nefesiyle o bir bardak suyun içinde çağlayan bir pınar vardır görmediğimiz… Ve nereye dokunursa oraya şifa götürür…

    Donmak ve kayna noktalarını düşünenler ise Himalaya da ki hunza suyunu içsin! Orada İnsanlar 120 yaşına kadar yaşar ve 80 ve 90 yaşlarında bile çocukları olur…
    Bu su dünyanın en iyi üçüncü suyudur…

    İlki zemzem.
    İkincisi Balagay suyu..
    Üçüncüsü Hunza Suyu…

    Hepsinde bol miktarda çözünmüş oksijen…

    Tembih:)
    Muammer abi kulağına bir şey fısıldayayım mı? Şu bizim arıtma cihazı satan çocuklar var ya!
    Sakın ha! zemzeme elektroliz testi yapmasınlar. Maazallah! Mineral kompozisyonu yoğun olan bu suyun elektriksel iletkenliği de yüksektir. Öyle olunca elektrik akımını alan su demir çubuklardan parçacıklar koparır. Dolayısıyla su kirlenmiş gibi sanılır. Müşteri bu durumda ya! ”Bu ne biçim zemzem suyu.’’ İnanmıyorum artık şifalı olduğuna” diye bir söz söylese yada içinden geçirirse; vebal altına girmekten korkulur….

    O çölde aslan avlıyordu.
    Gönül avlamak hazret kıldı Hamza’yı… 🙂

    2002 yılıydı galiba.
    Sizden bana:)

    Başta söylediklerim ise latifeydi tüm yazıyı okumanız için… 🙂

    GÜLLAÇ – İZMİR

  2. Muammer Abicim yeni yılın ve yeni günlerin her zaman güzel geçsin. Hep mutlu ol.

    Zeynep Didem

  3. İyi seneleer 🙂
    Bu güzel yazıya da ayrıca teşekkürler.
    Tekrar tekrar okumalı…

    esk.ayşe

  4. Bizlere bu güzeli’M dilekleri dileyen sevgili Muammer Erkul abimiz başta olmak üzere, Sevgi Ailemizin bütün güzel üyelerine… Ve fert fert, şehir şehir, ülke ülke, dünya dünya(!) bütüün insanlığa Yılaydın olsun…
    Her geçen yılından daha güzel, daha sevgiyle ve bilimum güzelliklerle dolu nice güzel seneler görelim inşallah hep birlikte… Herkese selamlar, iyi seneler 🙂

    Hicran Seçkin

  5. Anladığımızı zannettiğimiz şeyleri, biriktirdiğimiz bir yer olmalı.
    “anlama mücevherleri” koyduğumuz bir kutumuz olsun, evet.
    Ama kilidi olmasın; tekrar tekrar açıp bakabilelim içindekilere.
    Dokunabilelim tekrar tekrar.
    Böylelikle:
    Bir gün, bir sarraftan öğrendiklerimiz ışığında;
    mücevherlerin hangilerinin sahte, hangilerinin
    parlatılmaya şayan, olduğunu anlarız…

    Herkese sevgiler…

    Zehra Öner

  6. Bak oldu mu şimdi? Muammer abi!…
    Bence olmamalıydı!
    Efkarlanıp bir türkü söyleseydiniz bu kadar duymazdım sesinizi.
    Hassas nefesinizi solumazdım. Nane şekeri gibi…
    Ne yalan söyleyim! pek okumasamda yazılarınızı tadınız hep damağımda kaldı…
    Ferahlatan sözlerinize pek değinmek istemiyorum şimdi. Zira o başka bir konu…

  7. Benim meselem 2002 yılıydı galiba dediğim günle başladı belki. Emin olmak için arşivinizde ki yazıya baktım ki, 2003 yılıymış. 7 aralık…
    Şöyle bir ifade vardı size yazdıklarımın içinde; ”Bir arkadaş size mesaj çekti. Hemen cevabı geldi. Nezaketiniz hoştu!”
    Bu yetmezmiş gibi aldınız yayınladınız o yazıyı. Başlığını şöyle attınız; ”AV” İlk defa bir yazım çıkmıştı bir gazete de…
    Baksanıza aradan kaç yıl geçmiş!
    Uzun zaman sonra bir pazar günü yazdıklarımı okuyunca tersinden yazılmış ikazını bildirmiştim bu sabah. Düzelterek verdiğinizi görünce, 9 yılda değişmeyen ve şımarmayan bir kalbin inceliğine tanık olmanın keyfiyetini yaşadım. Gece yarısına doğru bir kış vakti… Sağ olasınız…

  8. Yine her zamanki gibi farklı bir bakış açısı… Bütün açıların dışında kalan kısmı gibi… Çok farklı bir uslübunuz var… Çok güzel bir yazı diğerleri gibi.
    Sizin de Yılınız aydın olur inşallah…
    Çok fazla anlam yüklemeye gerek yok aslında, yaşa işte. Zamanımız dolana kadar yaşayacağız, elimizde olan bir şey yok. Önemli olan yeni yıllar, geçen ömürler, zamanlar mekanlar değil, önemli olan nasıl öldüğündür 🙂 Bu saatte melankolik bir yaklaşım galiba. Hep böyle düşünmüşümdür, yani yeni yıllara yüklemiş olduğum anlam… Allah sonumuzu güzel eylesin… Gerçek olan son çünkü… Yaşadığımız bir zaman, mekanlarımız lâmekan şu yalan dünyada…
    Teşekkür ederim, Muammer Erkul

    Esra Erkan

  9. [quote name=”Zehra”]Anladığımızı zannettiğimiz şeyleri, biriktirdiğimiz bir yer olmalı.
    “anlama mücevherleri” koyduğumuz bir kutumuz olsun, evet.
    Ama kilidi olmasın; tekrar tekrar açıp bakabilelim içindekilere.
    Dokunabilelim tekrar tekrar.
    Böylelikle:
    Bir gün, bir sarraftan öğrendiklerimiz ışığında;
    mücevherlerin hangilerinin sahte, hangilerinin
    parlatılmaya şayan, olduğunu anlarız…

    Herkese sevgiler…
    Zehra Öner[/quote]

    Niçin bu yazı geldi bana?
    Posta kutuma?
    Fakat niçin?.. 🙂
    Bir hikmeti vardır bu işin zannına mukabil,
    oturup duamı etmem gerekir?…

    Yoksa! Anladığımız zannettiğimiz ”şey”ler için ,
    Anlayacağımızı fark edeceğimiz, bir gün müdür bu gün?

    Haydi anahtarı ver bana!
    Tekrar sahibine iade edelim…
    Zira kınından ayrılan bir kılıç açacaktır onu bir gün…

    GÜLLAÇ – İzmir

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir