Gar tren doluydu… İnsanlar çantalarını, valizlerini sırtlamış; çocuklar oyuncak arabalarını, tombul ayıcıklarını kucaklamıştı…
İri harflerle yazılmış afişler yapışıktı her yanda. Kırmızı burunlu palyaçolar ceplerindeki boya kalemlerini, avuçlarındaki şeker ve çikolataları gösteriyorlardı çocuklara. Çığırtkanların sesinden insanlar kendi sözlerini dahi işitemiyordu köşe başlarında…
Her tren diğerinden farklıydı ve insanlar da zaten bu özellikleri inceliyordu… Bazı çocuklar; rengarenk yapılmış vagonlara kanarken, daha büyük olanlar pencerelerden uzatılan oyuncaklara aldanıyordu.
Bazı genç adamlar lokomotiflerin çekiş gücünü öğrenip, trenin değişik şartlardaki sür’at ihtimallerini hesaplıyor… Bazı romatizmalı ihtiyar kadınlar sürekli tavanlara ve köşelere bakıyor, çünkü rüzgar, soğuk ve yağmur giren bir vagonda bulunmak istemiyorlardı…
Bazı camların gerisinde gösteri yapan kiralık kadınlar beliriyor… Bazı lokanta-vagonların pencerelerinde ise iştahlı adamlar bir yandan dışarıya bakarken parmaklarını yalayıp, yediklerinin ne kadar lezzetli olduğunu hissettirmeye çabalıyordu…
…..
Kadınlar için dikiş-nakış odası bulunan trenlerden, bebek kreşleri ve çocuk parkları bulunanlara; spor sahası olan trenlerden, kumarhanesi olanlara… Muhafızlarla korunan vagonlardan, içinde sivil polisler ve hatta özel dedektifler olanlara kadar herkese hitap etmeye çalışan trenler mevcuttu…
Gişelerin önünde kuyruklar oluşmuştu. Bilet almak için bekleşen insanlar bu rekabet ortamından etkilenmiş oldukları için, kendi kararları doğrultusunda biribirleriyle söz yarıştırıp, aldığı bilet ile kendilerine verilecek olan hediyelerden söz ediyorlardı…
Bazı kişilerin tercih belirlemesinde yolcu sayısı mühimdi; bazılarının seçim yapabilmesi içinse güzergah… Bazısı için yolculuğun gece mi, yoksa gündüz mü yapılacağı çok mühimdi; bazısı için sosyal faaliyetler, bazısı için hareket dakikası, bazısı için kendi treninde hangi ünlünün de yolculuk yapıyor olduğu…
…..
Biz seçim yapmadan, zorla gösterilen manzaraları bırakıp, kendimiz de broşürleri incelerken görevlilere ilk önce ve ısrarla şunu sorduk:
“Bineceğimiz tren bizi NEREYE götürecek?..”
Her tren farklı yolcularla, farklı zamanlarda, farklı istikametlere doğru hareket ediyordu. Biz de kendi trenimize bindik, yerlerimize oturduk ve seyahatimiz başladı…
Yolculuk detaylarını anlatmaya lüzum yok, ama sanıyorum yolcuların ödediği bilet paralarıyla belki bir ticaret malı alınmış, bilmiyorum belki de alınmış ise o alınan mal falanca istasyonda daha kârlı olarak paraya çevrilecek, onu da bilmiyorum… Bildiğim, daha doğrusu yolun bir yerinde;
“Şu andan itibaren bu trene binen herkese, daha önce binmiş olanlar da dahil olmak üzere… Bilet paralarının üstüne ayrıca bir para da talep edilmeden; falanca istasyondan itibaren şu kadar para hediye olarak geri ödenmeye başlanacak olduğu” bildirildi…
Beklemediğimiz bu anons karşısında hem şaşırmış, hem de sevinmiştik… Elbette bu haber çabuk duyuldu ve yol boyunca trenimize yeni yolcular da katıldı.
Uzun süre bu şekilde gittik…
Soğuklara, sıcaklara girdik; yağmurlara, fırtınalara tutulduk; terörlerden, savaşlardan geçtik; iftiralara, ihanetlere uğradık… Fakat bütün bunların arkasından, memleketin de sefalete batmasıyla yeni insanlar seyahat edemez, vagonlardaki yolcular ise neredeyse karnını doyuramaz oldular…
Her istasyonda bakıyorduk ki; başta, benzin, mazot, yakıt gibi zaruri bütün ihtiyaç maddelerinin fiyatı bir önceki istasyona göre misliyle yükselmiş… Böyle olunca hiç kimse hiçbir şeyi almak istemiyor… Bu, diğer ticaret mallarının yarı fiyatına bile satılamayacağı anlamına geliyordu… Yani trendeki ticaret malı altın değerinde bile olsa, varacağımız o istasyonda umulan fiyatın yarısı bile etmeyecekti… Aklı erenler; “biz olsaydık acaba ne yapardık” diye düşünüyor, ama bir cevap da bulamıyordu…
İşte o günlerde, bir önceki duyuruda açıklanıp bizi sevindiren hediyenin yerine getirilemeyeceği… Ama depodaki mallardan herkesin hakettiği kadarını alabileceği söylendi…
Ak ile karanın belli olduğu gün sanki o gündü… Araya fitneciler ve bozguncular da karışmış, ortalık ana-baba gününe dönmüştü…
Bizler zaten uzun zamandır bu trenin içindeydik. Bahsedilen hediye, ancak üç beş istasyon geride vadedilmiş, ama beklenmeyen hızlı gelişmeler sonunda vazgeçilmişti. Bizden bunun için yeni bir para istenmemiş olduğu gibi üstüne mal da verilecekti…
Ama, şimdi bozguncular, fesatçılar haykırıyordu:
“İnin hemeen!.. Atlayın bu trendeen, sizi kandırıyorlaaar!..”
İşin kötüsü; onların bu seslerini dinleyenler de vardı… Vagon duvarlarının sökülüp, lokomotifinin ocağında yakılması pahasına bu trenin hedefine varacağına inanmış olan benim; içim, ciğerim sızlamaktaydı… Diyordum ki;
“Yapmayın!.. Yolda inilir mi; yükleriniz, eşyalarınız var… Burası dağın başı; hanımlarınız var, çocuklarınız var!.. Hani sizler bu trenin götüreceği yere gidenlerdiniz?.. Bozguncuların sözüne inanılır mı, yolda trenden atlanır mı?..”
…..
Sahi…
Yolda trenden atlanır mı?..
Stop
Muammer Erkul
19 Ekim 2001 Cuma