Yorumsuz bir karikatür(!)
GÖLcük!.. ADApazarı!.. DÜZce!..
GÖLyaka!.. yalOVA!..
…..
Başka söz yazılmasa bile olur bu satırların altına, değil mi?..
Bu isimler… Bu yerleşim merkezlerinin, bu şehirlerinin isimleri bile ard arda geldiğinde, “yorumsuz bir karikatüre, bir kara mizaha” dönüşüyor…
Öyle, değil mi?..
Bu birkaç satırın verdiği “mesaj”ı alacaksın… ve “BÜTÜN İNSANLARIN” kafasına çakacaksın!..
Galiba başka çaresi yok.
…..
Ha, söylemeyi unuttum;
Bir de “bizi yönetmeye talip olanların” kafasına çakacaksın aynı mesajı!..
…..
Hepimizin bölüğünde, “bizlerden biraz evvel askerlik yapmış bir Kandıralı” varmış ya, hâlâ anlatılır oralarda…
Hadise şu şekilde cereyan eder:
“- Bölüüüük, dur!..
Kandıralııı, sen de dur!..”
Komik mi?..
Niye komik olsun ki güzeliim, biz de “vazifemizi” yapıyoruz işte, herkes gibi…
İsminde “GÖL, OVA, ADA vs” bulunan bunca şehrin adını alt alta yazıp, ortaya çıkan mesajı “bütün insanların” kafasına çakalım, diyoruz…
Bir de yine aynı mesajı bizi yönetmeye çalışanların kafalarına çakalım, diyoruz…
Malum, bu depremde çok yerle beraber, “Kandıralılar da” sıkı sallanmıştı!..
Değil mi?..
———————————————————
“Mi Taku Oyasin”den: Reis’in sözü
“Bana baktığınızda çirkin, yaşlı bir adam görüyorsunuz, fakat içim güzeliklerle doludur.
Dağın tepesinde oturmuş geleceğe bakıyorum. Benim halkımı ve sizin halkınızı bir arada yaşarken görüyorum.
Benim halkımın geçmişiyle ilgili bilgi, sizin kitaplarınızda yer almazsa unutulup gidecektir. O yüzden ne söylersem yazmalısınız. Yazdıklarınızı kitap haline getirmelisiniz.
Böylece gelecek nesiller gerçeği öğreneceklerdir.”
(Navajo Kabilesi’nden Sandoval)
“Günümüzde insanlar bilgiyi arar oldu, hikmeti değil. Halbuki bilgi mâzidir, hikmet ise istikbal…
(Lumbee Kabilesi’nden Vernon Cooper)
“İnanıyorum ki, kalplerimizi birbirimize biraz daha açarsak daha fazla kan dökülmesini, daha fazla acı çekilmesini önleyebiliriz…
Kızılderili’nin dünyayı nasıl gördüğünü size söyleyeceğim.
Beyaz adam gördüklerini anlatmak üzere çok kelimeye sahiptir, beyaz adam çok konuşur; fakat gerçeği söylemek için çok kelime gerekmez!..”
(Nez Perce Kabilesi’nden Hinmaton Yalatkit)
Tozlu defter
(Gölcük kaç yaşındaydı kim bilir… Ama Elif Akan ve Tuğba Kahyaoğlu onyedi yaşındaydı 17 Ağustos 1999 gecesi… Çok şeylerini yitirdiler o gece, çok şeylerini… Bir umutları kaldı yanlarında, bir de toza bulanmış defterleri…)
Herşeyin normal olduğunu sandığımız bir geceydi. 6 katlı apartmanımızın 5. katında oturuyorduk. 6. kat ise teras katıydı. Senelerdir yaz aylarında beraber büyüdüğümüz arkadaşlarımızla gece gündüz otururduk orda. Çocukluğumuzun ve şu emanet geçliğimizin en güzel hatıralarına mekan olmuştu o teras.
O gece her zamankinden biraz daha fazla oturduk. Bir müddet hiç göremeyeceğimiz arkadaşlarımızla son sözlerimizi konuştuk. Vedalaştık farkında olmadan. Son defa ölümsüzleştirmek için yaşanılanları, fotoğraflar çektik birbirimize gülümseyerek. Saat bir buçukta evine yollandı herkes ertesi gün buluşmak üzere.
Ve gecenin o malum saatinde kıyamet kopuyor zannederek şehadetler getiren sayısızca insandan bir parça olabildik sadece.
Üstüme kat kat duvarlar düşerken, tanıdık seslerin çığlıklarını duyuyordum.
……..
Bir gece vakti ailemle birlikte -ki Allah’a şükür- 10 senelik evimizi hiçbir eşyamızı almadan sadece canlarımızla ve anılarımızla terkettik. Bastığımız taşların altında insanlar vardı biliyordum. Hayatımda hiç bu kadar soğukkanlı olamamıştım.
“Sabah olmalı” diyordum “aydınlık olmalı, yardım edilmeli”, “yoksa olmamalı mı?” “etraf belirginleştikçe yüreğim nasıl dayanacak o manzaraya?”
…….
Bir ay sonra, Tüpraş patlayacak diye kaçtığımız yerden geri döndük şehrimize. Tanıdık insanlar gördük tanımaya çalıştığımız sokaklarda… Herbiri ayrı bir acıdan haber verdi.
Caddemizin girişinden bakıldığında göze çarpan o en büyük binanın yani evimizin yerinden güneş vuruyordu yılların gölgelik ağaçlarına.
Ve o sabahı düşünüyorum hep, beni o sabah tebessüm ettiren o sözü. Günün ilk ışıklarıyla yanımızdaki apartmanın enkazından askerler bir amcayı çıkartıyorlardı. Can dostum Elif’in babasını. Taşların altından yeni çıkarılmış bu amca kollarını yana açmış şaşkın şaşkın kendine bakan insanlara doğru bağırıyordu enkazın tepesinde; “Merhaba dünyaa! Merhaba hayaaat!..”
Ağlarken gülümsedi ordaki herkes.
*(Tuğba)
DEVAM EDECEK
Stop
Muammer Erkul
22 Ağustos 2000 Salı