Yumurta [25 Mart 2000 Cumartesi]

Yumurta

(Aklıma geldiğinde bile ter basıyordu ki beni, karşısına çıkıp onu sevdiğimi nasıl söyleyebileyim… Bunları yazarken bile kulaklarımın kızardığını hissedebiliyorum!)
Ama böyle de olmuyor ki…
Dedektif filmlerindeki sahneler geliyor hep aklıma, onu gözden kaybetmeyeceğim en uzak mesafelerden takip ederken.
Artık biliyorum onun duraktan kendi sokağına kaç dakikada geldiğini. Sokağın başından oturduğu eve kadar kaç adım attığını.
Ama böyle de olmuyor ki… Topuğunun kaldırıma her değişinde içimde bir yerler acıyor. Ve içim asıl şuna acıyor; ben böyle en uzaklarda, kelebek gözleyen bir kedi gibi pusmuş beklerken, ya onu birisinin kolunda görüverirsem!..
Yine en uzaklardan, bu defa “ikisinin” yürüyüşünü mü takip edeceğim?..
Böyle olmuyor.

Acaba benim farkıma vardı mı hiç?
Varmıştır…
Nerden biliyorum ki?
Belki de beni mahalleden biri sanıyor.
Gördüyse acaba hoşlandı mı benden?
Yo, hayır… O her gördüğü kişiden “hoşlanıp hoşlanmadığını” düşünecek birisi değil ki! Hatta her baktığını “görecek” birisi bile değil.
Ben de onun kadar güzel ve alımlı olsaydım, ben de her baktığımı görmezdim aslında…
Ama, ben bunları böyle düşündükçe kendi çıkmazlarıma batıyorum. Ve anlıyorum ki henüz onun ufuklarına bile girmiş değilim…
Hfffff!..
…..
İşte gene gene gene aynı noktaya gelip takılıyorum: Onun karşısına çıkmalıyım… Ondan çok hoşlandığımı ifade etmeliyim… Eğer kendisiyle konuşmama ve arkadaş olmama izin verirse benden çok hoşlanacağından emin olduğumu söylemeliyim…
Ama nasıl?..
İşte gene ter damlaları yürüyor vücudumdan, çaresizliğe doğru!

Bugün hayatımın herhalde en önemli günü.
Sabah duş yaptım, en göz alıcı kıyafetimi giydim. Tıraş oldum ve altı kere dişlerimi fırçaladım; damağımın acıması da bundan olmalı…
Verdiğim şekli rüzgarın bozmaması için bol bol jöle sürdüm saçlarıma.
Üzerime koku sinmemesi için sigara içeceğim zaman bile işyerimin havadar çatısına çıktım.
Ve öğlen oldu…

İşte, orda. İnanamıyoruum; bugün ne kadar güzel… Sanki ayakları yere basmıyor da kaldırımın üzerinde süzülüyor. Bu sokakta belirmiş bir peri kızı sanki!
Geri döndü, eyvah; beni görmesin!..
Ohh, caddeden karşıya geçeceği için trafiğe bakıyormuş meğerse.
İyi de ona görünmeden nasıl konuşacağım ki onunla ve onun için deli olduğumu, ondan çok hoşlandığımı, onunla konuşmak, arkadaş olmak istediğimi nasıl söyleyeceğim ki?..
En zor kısmı da bu zaten.
Aaa, acaba ismi ne?
Onun ismi hayatımda duyduğum en güzel isim olacak.

O benimle evlense…
Nikah salonunda bayılırım herhalde!
Onca insanın arasında rezil olmak da var yani…
Niye rezil olayım ki? İnsanlar sevgimi anlar!
İşte yine aynı markete giriyor. Bu defa ben de girmeliyim. Eline bir sepet aldı. İşte içine ufak tefek ihtiyaçlarını dolduruyor… Ben de şurdan bir tane yumurta alayım da bari, göze batmış olmayayım…
Ona sepeti taşımak için yardım teklif etsem tuhaf olur herhalde. Hesabı ödemek istesem de saçma olur…
Neyse, hemen onun arkasından geçerim ben de kasadan ve az ilerde meramımı anlatırım.

Elindeki torba pek ağır sayılmaz zaten, kendisi taşıyabiliyor… Ama bir an evvel de yetişip konuşmalıyım…
…Sanki içimde bir şeyler uçuşuyor, karnımda bir şeyler boşalıyor.
Ne oluyor bana?
Ben neden böyleyim?..
Aslında hava ne kadar güzel. Bugün Cumartesi ve akşam olmasına çok var. Acaba ona bir yerlerde oturup birer bardak çay falan içmeyi mi teklif etsem?..
Bak şimdi, öksürük tuttu. Duymasa bari, beni hasta falan sanacak!..
Söz… Şu köşede yakalayacağım onu ve diyeceğim ki…

Ne yapalım, heyecan bastı işte… Bu köşe olmadıysa köşeler bitmedi ya. O, şu ağacın yanından içeri döndüğünde hızla koşarım ve arayı iyice kapatmış olurum. Sonra da bir iki adım arkasında olacağımdan yetişirim ve derim ki…
…..
Ya, inanamıyorum kendime. Yapamadım. Sanki boğulacağımı sandım… Nefesim kesildi sandım. Keşke yanıma su falan alsaydım da onunla konuşacağım zaman içseydim biraz.
…..
Hah, şimdiki sokakta kimsecikler yok ve bu sokaktan sonraki sokak da onların evinin bulunduğu sokak. Yani şimdi bitirmeliyim işi!.. Aramızda on adım kadar mesafe var. Hadi oğlum, yapabilirsin bunu. Yapabilir miyim? Evet… Beş altı adım kaldı aramızda. Kalbimden “dunnft.. dunnft…” diye sesler geliyor. Hararet bastı galiba, veya onun sıcaklığını hissediyorum burdan. Üç adım kaldı… İki adım kaldı…
Hii, inanamıyorum;
Ayakkabıma çamur sıçramış.
Rezil olurum ona…
Neyse ki şurda bir büfe var.
“Al şu parayı bana bir kağıt mendil ver, çabuk… Paranın üstü lazım değil.”

Eyvah, köşeden dönmüş bile…
Şimdi o evlerinin bulunduğu sokakta. Yanına gitmeli miyim, yoksa vaz mı geçeyim?
Saçmalama… Bugün bitecek bu iş!
İyi de kendi evinin merdivenlerine vardı..
Bu kadar sallanmasaydın sen de.
Lütfen yaa!..
İnşaallah yarın biri takar onu koluna da güle oynaya senin önünden geçirir. Sen de aval aval bakarsın.
!..
Tamam… İçeriye girsin, hemen koşup zillerini çalacağım.
Bak, bu son şansın…

İnanamıyorum, ben ne kadar heyecanlı yım böyle… Alt tarafı bir kız işte!..
Şimdi de bu lafı onun için düşündüğüme inanamıyorum.
Hadi, fırla. Kapıyı kapattı.
Ya babası falan açarsa kapıyı?
Hayır, hiç kimse açmayacak ondan başka… Henüz kapının dibindedir.
Elim titriyor…
“Zırrr!.”
Ayy!.. İnanmıyorum, zil çaldı!..
Bacaklarım titriyor.
Kaaaçç!
Dur, bir yere gidemezsin.

Kapı yavaaş yavaş açılıyor, zaman yavaaş yavaş duruyor…
Onun dupduru ve güzel suratı beliriyor kapının arkasından.
O, sadece bakıyor…
Kalbim sadece duruyor…
İyi ki zaman durmuş, yoksa ben çoktan ölüydüm şu anda!
Bakışlarında soran bir ifade var.
Bir şeyler demeliyim…
Ne kadar güzelsiniz demek çok saçma olur.
Bütün gündür senin için hazırlandım demek de olmaz…
Peki ne diyeceğim şimdi ben?

“Buyrun?..”
…..
Kafam uğulduyor; “…uyrun.. ..yrun.. ..run.. ..run..”
Ne kadar güzel bir ses.
Sesiniz ne kadar güzelmiş desem de olmaz ki.
Allah’ım çok çaresizim…
Sıkıntıyla, koyacak yer bulamadığım ellerim nasılsa ceplerime giriyor ki, aa; yumurta…
Eee, ne olmuş yumurtaya?

Alev alev kulaklarıma inat olsun diye buz tutan parmaklarımla alıyorum cebimdeki yumurtayı, ve;
“Şeyy, diyorum…
Kaldırıma yumurtanızı düşürmüştünüz de, onu getirdim!..”

——————————————————–

Gidişin
Gidişin ölümü müydü umutlarımın
Güllerin yüreğimde can verişiydi
Ufkumda her akşam hüzünlü ve dalgın
Seninle batan ömrümün güneşiydi

Ardında bir İstanbul bıraktın öksüz
İçimde yokluğun ateşini yaktın
Karanlıklar ortasında güpegündüz
Yıkılmış dağılmış bir adam bıraktın

Gün gün yaklaşan bir şey var; ölüm mü ne?
Değilse içimde bu ürperti neden!
Dolaşan kim benimle deli divane

Güzel olan her şeydi seninle giden
Şimdi bütün hayallerim yoksul kaldı
Gittin..
Bana bu rezil İstanbul kaldı.
Ümit Yaşar (Gön. Şeyda Eren)

Stop
Muammer Erkul
25 Mart 2000 Cumartesi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir