İyi ki gitmişim İzmir’deki kitap fuarına. Orda sadece iki gün geçirdim ama bu şehrin insanları renkli iplik misali (geçti içimden) takıldı bana da; şimdi sanki bir iğne gibi hangi kumaşı dikmeye çalışsam, ardımda onların (da) rengi kalacak!..
İzmir’in genç kızları kitap okuyorlar. Eğer iyi yazılar yazarsanız, koşup geliyorlar da imzanızı almaya… (Şu an yüz kişi birden karar verdi, yazar olmak için! Ama yazmak için önce okumak, benim gibi bir yazar olmak için de benim tavsiye ettiğim kitapları okumak lazım, bunda hemfikiriz değil mi?)
Avcı "taaak" diye bağırmış. Herkes ona bakınca da; "tak, dedim de aklıma geldi" diyerek başlamış av hikayelerini anlatmaya… Ben de "kitaaap" dedim,,, de aklıma neler geldi!..
"-O ve Ben’i okudun değil mi?" Dedi… Bir yazar; "hayır ben o kitabı okumadım" der mi hiç, kıvırdım tabii ki lafı. Ama, birazdan tekrar sordu:
"O ve Ben’i okumuştun değil mi abi?.." Cevap verdim, hafiften diklenerek:
"Okumadım, ama ne anlattığını biliyorum!.." Hahhh işte, ağzıma sağlık. Ne laftı ama? Okumadığı kitabı bile bilmek kaç kişinin harcı!..
"O’nu biliyor musun peki?.."
"Necip Fazıl’ı mı?. Biliyorum elbette. Ben arkadaşlarımla Nazım’ı tartışırdım, ablamın defterinde ise onun şiirleri yazılıydı Sakarya filan… Bir kere uzaktan gördüm, tanıyanların bazısı "deli herifin biri" derdi onun için, Cağaloğlu’nda…"
Söylediklerime yorum yapmadan başlıyor anlatmaya; vapurdaki esrarengiz adamı, dergahı, kitapta geçen her iki Abidin’i. Hem de sanki yaşıyor gibi… Hayret, bir kitap nasıl bu kadar etkilemiş birilerini. Sanırım hemşehrisi olduğundandı, bu da Maraşlı ya. Bakıyorum ki, herkes okumuş bu kitabı, bir ben hariç. Ama canım, zaten onlar "okur", ben ise yazar’ım!..
O ve Ben-Necip Fazıl… Bu kitabı okumam lazım, evet… Sanıyorum ki, dünyada bir tek ben kalmışım okumamış; hani yavuklusunun mektubunu okuyamayan gözü yaşlı gelinler gibi!..
Bunun bir gün öncesi… Yağmur altında, uykusuz, yol 11 saat filan sürmüş, sabah 5 sularında iyi bir otelin boş kalan son (ve en kötü) odasında yatmış, birkaç saat sonra da "uyumamı" söylemek için arayanlar tarafından uyandırılmıştım! Alındım ve kahvaltıya götürüldüm sonra, ki dostlar başına; muhabbet akıyordu bardaklara, demlikten…
Bir yandan da, iki gün içinde ziyaret edilecek yerlerin ve tanışılacak dostların planı yapılıyorken. Dedi ki güler yüzlü biri:
"Murâd-ı Maraşî hazretlerini unutmayalım sakın!.."
Ona bakıp "olur" dedim. Dedim ama malum, imza günü için geldik buraya ve saatlerimiz sınırlı.
"Uzak mı, diye sordum. Ne kadar zamanda gideriz?.."
"Sizin gitmenize gerek yok, dedi… O kendi gelir!.." Sesimi çıkartmadım, ama tüylerim de dimdik oldu…
O gece de geç saatlere kadar dışarıda tutup, başka bir otele yerleştirdiler.
Yorgun ve uykusuz olup da uyuyamamanın sıkıntısını yaşıyordum. Televizyonu açtım ki her kanalda deprem tartışmaları. Meğer geçen haftakinin şiddetine yakın yeni bir deprem olmuş iki gece evvel… Diyor ki biri:
"Yıllardır söyleniyor ama binalar desteklenmedi. Başta resmi binalar, oteller bile depreme dayanıksız."
Oteller mi?.. Dayanıksız mı?.. Zihnimde bir ses yankılanıyor:
"Murâd-ı Maraşî hazretleri kendi gelir, sizin gitmenize gerek yok!.." Dua ediyorum:
"Ya Rabbi, bu gurbet ellerde deprem olur da tek başıma ölürsem bari şehit olayım!.."
O anda birden bire fark ediyorum ki; bu odada bir yatak daha var!..
(Bence devamını kaçırmayın…)
Stop
Muammer Erkul
24 Nisan 2003 Perşembe