Yanımızda, daha önce hiç kimsenin görmediği bir adam ve onu getirip dedemle tanıştıran şahıs vardı…
…..
Ben ancak yıllar sonra anladım ki, o günkü buluşmanın gayesi; dedem ile o yabancı adamı “karşılaştırıp kıyaslamak” gibi bir şeymiş…
Ama şükürler olsun ki, daha o saat kaybolup gitti asık suratlı adam…
…………………
Az önce buluşmuştuk, ve usul usul yürüyorduk… Suskun yabancı gergin idi, belli. Onu getiren ise neler olacağını merak ettiğinden, hiç durmadan konuşuyordu heyecan içinde…
Dedem, sağ elinin iki parmağını oynatıyordu zaman zaman; avucunda tuttuğu sol elimin üstünde…
…..
Ben, eğer elimi tutmaktaysa; dedemin bütün duygularını “okurdum” sanki…
Bunu kendisi bile bilmezdi!
Az sonra biriyle karşılaştık…
Ne olduysa, işte o zaman gevşedi ve zannediyorum ki aklına gelen yeni fikirden geniş bir ferahlık duyup, etrafına yine neş’e yaymaya başladı…
Avucumda hissediyordum bunu!..
-Çavuş dayı!.. Hükümet kapısından bunu verdiler bana… Ama ne okuyabilirim bu yazıyı, ne de okusam, burdaki dili anlarım…
-Bulut’a sor, dedi dedem, umursamaz gibi… Az önce Artin’in dükkanını bekliyordu, açılsın diye…
…..
Afalladı köylü… Sonra çıkışır gibi;
-Ne bilir o sarhoş zurnacı böyle mühim işleri, Çavuş dayııı!..
-Sen sor hele, sor!.. Eğer o bilemezse, cami meydanına gel. Çınarın altında bekleyeceğiz seni.
Sanki sözleşmiş gibi, ardarda iki kişi daha gelip bir şeyler sordular dedeme… Ve dedem de, sanki mahsus yapıyor gibi; konuyla hiç ilgisi olmayan kişilere gönderip, sonra çınarın altına gelmelerini söyledi her birine…
…..
Benim için hava hoştu;
Çünkü neşe içindeydi ortalık…
Yani her şey yolundaydı… Bu besbelliydi avucundan dedemin!..
Az sonra küçük bir kalabalık toplanmıştı çınarın altına…
…..
İlk karşılaştığımız köylü, kendisiyle dalga geçildiğini zannettiğinden kızgındı… Hatta, Artin’in köşesinde ayılmaya çalışan esmer zurnacıyı da kolundan tutup getirmişti… “Bulut” ise bir şarap parası kaparım ümidiyle, bulunduğumuz cami meydanında zurnasına üflemeye çalışıyor; ama her defasında kendisine engel olunuyordu!..
…..
Üçünün de hem dedeme, hem de kalabalığa şikayeti aynıydı;
Yanlış adreslere yönlendirilmişlerdi!..
Öyle ya;
“Vilâyetin kapısını bilmeyen sarhoş, iktidârın tâl ………..ra veren” hocalara sahip hocaları olan olanlara sorardınız bilmediklerinizi?..
…..
Çınarın altındakiler yine düşündüler…
Sonra fısıldaştılar…
Sonra, kumruya benzer sesiyle mırıldandı biri; herkesin, haykırarak kendisini tasdik etmesinden üç saniye kadar önce:
-Hocası EHL-İ SÜNNET ÂLİMLERİ olanlara sorardık elbette…
-Yani, “Eshâb-ı Kirâm”dan ne işitmişse onu yazmış olanlara… Değil mi?..
-Eveeet!..
-Yani, bildiği ve bildirdiği her şey; Dînin Sahibi (sallallahü aleyhi vessellem) efendimizin bildirmiş oldukları olanlara… Değil mii?..
-Evet!.. Eveet!.. Evet!
-Öyleyse deyin, cânlar!..
Eshabı reddetmişse; Mısrî-Farsî adamın sözünün hükmü nedir?..
Başımızdayken güneş;
Çamurda parlayan taşa rağbet edenler ancak, sinekler değil midir?..
…..
Derin… Deriiin… Derin bir sessizlik oldu…
…..
Ama hemen ardından, belli ki; “Fırsat bu fırsat” diye düşünmüş olan Şarapçı Bulut, tık nefesiyle üfleyince zurnasına ortalıkta bir cayırtı koptu!..
Az sonra baktım; bir kişi Bulut’un, bir kişi de yabancının koluna girmiş, gidiyorlardı…
………..
(Not: İlave etmekte fayda var; yabancı adam, o zamanlar oralarda meşhur olan… Her gittiği yerde çok konuşup insanların kafasını karıştıran biriymiş. O gün konuşturulmadı belki, ama hiç kimse de onun kalbini kıracak bir harekette bulunmadı…)
Stop
Muammer Erkul
03 Ağustos 2001 Cuma