Enver Abi’li hatıralar (Osman Karabıyık – Gündüzleri güldü geceleri ise ağladı)


İhlâs câmiasını, 1967 senesi. Mart ayının ilk haftasında tanıdım. Bir ömür! Koskoca 46 sene! Sanki bir hayâl gibi geçti ve gitti. Geriye tatlı acı hâtıralar, doğru yanlış ameller kaldı. Tabî’î ki, hepsi İlâhî kayıt altına alındı. Hesâbı da mutlaka görülecek. Öyle inanıyorum. Bu câmiânın kurucusu, her basîret sâhibinin takdîr ettiği, eserleri bütün dünyâya yayılan, birçok insanın doğruyu bulmasına vesîle olan Hüseyin Hilmi Işık "rahmetullahi aleyh"dir. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerinden "rahmetullahi aleyh", öğrendiği ve edindiği din bilgilerini, yanî islâm dînini, orjinine uygun olarak, bir lisânda neşr eden, insanlığın hizmetine sunan ve bunun için gece-gündüz her türlü istirâhatini fedâ ederek çalışan, bu büyük insanın yanında geceli-gündüzlü tam otuz üç sene geçen bir ömür! İşte Enver Ağabey’in bir başka yönü!
Vefâtından bugüne kadar hakkında çıkan ilânları ve yazıları dikkat ile, her seveni gibi okuyorum. Bazen hüzünleniyor, bazen de ağlıyorum. Enver Ağabey’i her seven ve yazan mutlaka kalbindekini satırlara aktarmaya çalışıyordur. Belki de anlatmaya zorlanıyor, içindekileri satırlara aynen dökemiyordur. Ama, bilinen bir gerçek var ki, her fânî gibi, Enver Ağabey de dünyasını değiştirdi.
Herkes, bir şey söyleyecek ve yazacaktır. Fakat, bunun en kısa yoldan tarîfi, hadîs-i şerîfde buyurulmuşdur ki: "Müslümân demek, elinden ve dilinden başkalarının zarar görmediği kimse demektir!" Bu hadîs-i şerîfi ayniyle yaşayan bir büyük insan idi Enver Ağabey. Birçok hakkında yazı yazanın, yazılarının özeti bu hadîs-i şerîfde toplanıyor. Birgün demiş idi ki, (Hocam bana buyurdu ki; "Sakın ola ki, senin yüzünden kimse Cehenneme gitmesin.") Enver Ağabey, sanki bir ömür boyu buna dikkat etti, bunun ızdırâbı ile yaşadı. "Paramı kaybederim, fakat arkadaşımı kaybetmem" dedi. Parasını kaybetti, arkadaşını kaybetmemeye çalıştı. Tabiî ki bunun için, bünyesi de yıprandı. İnşâallah, sıhhatini ve parasını uğruna kaybettikleri, bunun idrâk ve izânı içinde olurlar.
Bir anadolu çocuğu olarak, 1950’li yıllarda İstanbul’a geldi. Çileli bir hayât yaşadı. Gündüzleri güldü, fakat geceleri ağladı. Karşısında bulunan kimseyi kendisine tercîh etti. Bunun binlerce misâli vardır. İş dünyâsı, personelinin borçsuz, patronunun borçlu olduğu bir kimseyi görmemiştir. İşte, Enver Ağabey bu idi.
1974-75 tedrîsât döneminde, Fâtih Kolejinde berâber öğretmenlik yapmak nasîp olmuştu. O zamân da Türkiye Gazetesi vardı ve gazetenin sâhibi idi. Dersten eve yaya gelir, evden Cağaloğlu’na belediye otobüsüyle giderdi. Halkın içinden biriydi. Eğilmedi, dik durdu, hep verdi. Hâfız-ı Şirâzi’nin Timûr Hân’a dediği gibi, belki de vere-vere bu hâle geldi. Anadolu’nun saf ve temiz ezilmiş insanını, aşağılık kompleksinden kurtardı. Yaşanılanları analiz etmeden, serzenişte bulunan birkaç kişinin dışında yüzbinlerin sevgilisi oldu.
Belki de adının yazılmasını istemiyen kendi yaş grubundan bir arkadaşı ekonomik olarak güç durumda kalmıştı. (1978 yılı idi.) Bir arkadaşım ile Cağaloğlu’nda Enver Ağabey’imin odasına gittik. O güç durumda kalan kişinin hâlini yanımdaki arkadaş Enver Ağabey’e anlattı. Enver Ağabey, dikkatle dinledi ve cebinden bir zarf çıkardı. (Hiç açmadım. Fâtih Kolejinden aldığım mâaşımdır. Başka da param yok. Söyle diğer arkadaşlar da müsâit olanlar yardım etsin) dedi. Benim kanım durmuştu. Bir gazete sâhibi, bir okulda biyoloji derslerine gidiyor. Aybaşında aldığı mâaşını güç durumdaki arkadaşına para zarfını hiç açmadan hediye ediyor. Hani, kendileri de anlatırlardı ya! (Îsâr yapın.) Bunu kendi nefsinde yaşıyan bir kişi idi Enver Ağabey.
Yanında bulundurup, senelerce yiyip-içirdiği kişilerin sonradan ihânetlerini bile metânetle karşıladı. Çünkü o, dînini iyi biliyor ve aynen yaşıyordu. Dördüncü halîfe Alî "radıyallahü anh" da ta’yîn buyurduğu vâlîlerinden bile ihânet görmüş idi. Enver Ağabey bunu iyi biliyor, (İnsanoğlu bu! Bugün sever, yarın kötüler) diyordu.
Yıllar geçti, beraber çalışmak da nasîp oldu. Bir ünitenin başına vermişti bizi. İsterdi ki, bilgiler doğru verilsin, karşıdakinin kalbi kırılmasın, insanlar yanmasın. Bir kişinin yanmaması için, bütün servetini verebilecek bir kişi idi. Hani, Îrân orduları başkumandanı Sa’d bin Ebî Vakkâs’a, Hazret-i Ömer’in "radıyallahüanh" (Yâ Sa’d! Keşki Îrân’ı feth etmese idin de, o bir erimi zâyi’ etmese idin) buyurduğu şuurda idi Enver Ağabey. Çünkü, okuduğu ve okutmak istediği eserlerde,bir müslümân dünyâ ve içindekilerden dahâ kıymetlidir, yazıyordu. Kendisini ara-sıra ziyâret eden bir yazar, birkaç kere daha Enver Bey’i ziyâret edersem, herhâlde ben de Müslümân olacağım demek zorunda kalmıştır. Sanki yaşayan İslâmiyet idi o!
Enver Ağabey hakkında şâhit olduğumuz o kadar çok mevzû var ki! İnşâallah bir başka zamân!
Cenâb-ı Hak ona yüksek dereceler ihsân eylesin! Binlerce seveni gibi, acımızı kalbimize gömerek, kadere râzı olduk. Mahdûm-u mükerremi Ahmet Mücâhid Bey’e ve muhterem zevcesi ablamıza ve sevenlerine sabr-ı cemîl niyâz ederim. 

Osman Karabıyık (Türkiye "Hoşsada" sayfası / 8 Mart 2013 Cuma)

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir