İstanbul depremi! [19 Kasım 1999 Cuma]

İstanbul depremi!

İstanbul’un kuzeyi ile güneyi arasında kuş uçumu 40-50 kilometre, hele Şile ile Silivri arasında gene kuş uçumu 120 kilometre mesafe var…
Bahsedilen (Şarköy’e doğru uzayan) fay hattı ise İstanbul’un 15-20 kilometre güneyinden geçip Marmara’yı uzunlamasına çiziyor.
Burda duralım şimdi…
Gölcük, Adapazarı’na da Yalova’ya da yine kuş uçumu 40-50 kilometreydi.
Düzce, tam altından iki tane fay hattıyla “bölünmüş” olan Gölyaka’ya (gene kuş uçumu) 5-6 kilometre…
…..
Şimdi dikkat lütfen 7.4’lük (tahrip gücü 10’a yakın) Gölcük depreminde mahvolan Adapazarı’nda Adapazarı yıkılmadı aslında, biliyor musunuz?!..
Ya neresi yıkıldı?
Eski şehrin, dünyanın en münbit-verimli patates tarlalarına kondurulmuş olan beton binalar, ağır yapılar devrildi veya toprağa battı!
Ortadaki düzlüğe kurulan mahallelerin dışındaki evler sarsılmadı mı peki?.. Elbette sarsıldı, ama Adapazarı’nda sıfır hasarlı o kadar çok (ev değil) mahalle var ki, hayret edersiniz… Ve dersiniz ki; “Hani burda deprem olmuştu, neden yalan söylediler bize!..”
…..
İzmit mi?.. Evet, Gölcük’ün dibi…
İzmit deprem bölgesi değil mi?.. Elbette.
Her geçen görüyor ama, dimdik bayırlara kurulmuş 10-15-20 katlı apartmanlarla oluşturulmuş olan şehirler; Aslanbey ve Yuvam İzmit konutları ve de özellikle Yahya Kaptan Emlak Konutları sapasağlam ayakta…
…..
Gölyaka…
Gölcük’e kuş uçumu 115 km. mesafede olduğu halde, gölün ve bataklığın zamanla kurumuş olan yumuşak toprağına dikilen apartmanlar ilk depremde yok olduğu halde, sadece 10 km. uzağında ortalığı karıştıran Düzce (Kaynaşlı) depreminde şehir içinde yıkılan tek binası yok!..
…..
Bunlar ne mi demek, ne demeye mi çalışıyorum?..
Sevgili televizyoncuların ve saygılı bilim adamlarının bir türlü insanlara söylemeyi akıl edemediği bazı noktaları söylemeye çalışıyorum…
7’den 77’ye artık hepimizin şuuraltına kazınmış olan görüntüler; ya 30-40 cm. altından su çıkan tarlalara dikilmiş olan yüksek apartmanların veya bir ejderhanın ateşten dili gibi dolaşmış olan fay hattı yarıklarının geçmiş olduğu muhitlerdeki evler… (bu kısmı tekrar okuyun.)
…..
150 küsur cenaze gömmüş Gölyaka’da, dağın bir başından inip, karşı yamaçtan yukarı çıkan… Bu arada yarım gün suyu akamayan Aksu’yu da ortadan kesen (hiçbir televizyonun görmeyip göstermediği) bir yarık bulmuştum… Öyle ki; (dibi dolduğu için bir otomobil çok rahat o yarıkta görünmeden ilerleyebilirdi, eğer düzde olsaydı… Öyle ki; bir ev büyüklüğünde kayaları peynir gibi biçmişti!..
Orası neresiydi?.. Orası; bahsedilen Aksu’nun geldiği vadinin iki yamacının biribirine iyice yaklaştığı yer… Orası “Dere mahalle”nin daha da ilerisindeki (yanlış hatırlamıyorsam) Değirmentepe köyü. Dönüşte bir afetzede almıştık arabaya. Köyden on kişi kaybetmişlerdi ve biraz da hayvan.
…..
On canı azımsamıyorum. Her can bir candır…
Ama bahsettiğim; içinden tren geçebilecek genişlik ve derinlikte fay kırıklarının paramparça ettiği bir köy… Sadece 10 kayıp! Ve altından iki ayrı fayın çatallanarak dağıldığı Gölyaka’nın bataklıktan dolma toprağında toplam 150-160 ölü…
Burda tekrar etmekte yarar var ki;
12 Kasım’da ovanın doğusunda kırılan fayın (yani 8-10 km. mesafedeki depremin) ardından aynı bölgede yeni hasar yok… Ki benim kendi yavrumu bırakmış olduğum evde hâlâ kıl kadar çatlak yok…
…..
Bu şartlar İstanbul’un neresinde var?..
İstanbul’un hangi semtinde hareketli hatlar var ve İstanbul’un neresi Adapazarı ve Gölyaka’nın çarşı içi gibi bulamaç bir toprağın üzerine kurulmuş?..
Şu an (yapılmak istenmese de) yapılan; korku ve evham pompalamak…
Günahtır!
İnsanları korkutmak günahtır.
Bilmediğin ve bilemeyeceğin konuda konuşmak günahtır… Hele din adamıyım diyenlerin “kehanete” soyunmaları büyük günahtır.
Rus saraylarında yatağına atmadığı kadın kalmayan, sarhoş, yalancı, ahlaksız, rezil “Nostradamus” isimli papaz bozmasının ilavelerle yeni baskıları yapılan “kıyamet” kehanetlerinin olduğu kitaplarına “kutsal kitaplar” gibi sarılmak, onun sözleriyle hareket etmek günahtır…
…..
Tekrar söylüyorum; her depremde şehrin bütün evleri yerle bir olmuyor!.. İnsanlar şimdi zannediyor ki; Düzce’de hiç kimse hayatta kalmadı… Hayır, öyle değil… 7.2’yle “kalbinden hançerlenen” bu şehirde, “fay kırıklarının toprağından geçtiği” Düzce’de bile yerle bir olan bina sayısı yüzde bir bile değildir!.. Bir evin eğilmesi, bir metre toprağa batması, duvarlarının dağılması yahut ağır hasarlı ve yıkım kararı çıkacak kadar zarar görmesi ile deprem anında çökmesi arasında dağlar kadar fark var!..
…..
İstanbul’da deprem olmasından ben ürkmüyor muyum?.. Elbette. Allah göstermesin…
Ama lütfen sakin olun… Elinizden gelen bir tedbir varsa, alın. Yoksa da paniğe kapılmayın; çünkü 5-6 şiddetindeki sarsıntılar bile, size 3’üncü 5’inci katlardan atladığınız kadar zarar vermez!..

————————————————–

Ben ölmem di mi?..

Sonunda bir bakacağız; bilim adamları da bir “adam”mış sadece!
Ve onlardan cevabını beklediğimiz sorular da “insanî” boyutlarda kalacak…

Aslında herkes aynı cevabı bekliyor, hep aynı cümleyi duymak istiyor;
“Hayır, sen ölmeyeceksin!..”
Işıkara kaşlarının altından gözümüze bakacak ve diyecek ki;
“Yok, yok hayır… Bütün şehir yıkılsa bile imkanı yok sen ölmezsin!..”
Hocayı merhum Nasreddin Hoca’ya döndürdük; “Madem düşeceğimi bildin, öleceğimi de bil!..”
Adam önünde biriken bilgileri aklının erdiği ve tecrübelerinin yettiğince duyurmaya çalışıyor… Biz ona soruyoruz;
“Bırak şimdi Düzce’yi, Şarköy’ü hoca… Hatta İstanbul’u da unut… Sen bana “benim ölüp ölmeyeceğimi” söyle!..” Derdimiz de galiba sadece bu!..
Ahmet Mete Bey eğer bu soruya; “Hayır sen ölmeyeceksin” diyebilse, inanın ardından gelecek soru da şu olacak.
“Söylesene, değerli eşyalarımı da kurtarabilecek miyim?..”
Ben duymadım ama, memleketin gözü üzerinde olan bu koskoca profesör; “Ben manyak mıyım?.. Durup dururken bunları niye söyleyeyim ki?..” diye bağırmış.
Hakikaten ya!.. Bu adam manyak mı?..
Neden hiçbirimizin burnunun bile kanamayacağını söylemiyor ki?..
İşin öbür boyutu, şu:
Söylese bile inanacak mısınız?..
Söylese bile inanmayacak iseniz neden tedbirinizi almıyor ve imanınızı tazelemiyorsunuz?..
Meyhanenin ortasına boş bir rakı şişesi asmışlar… Yok, yok hadi yeni bir fıkra uyduralım:
Adamın birine sormuşlar;
-Işıkara’nın açıklamalarını duymadın mı, neden rakı içiyorsun?..
-Deprem olursa anlamayayım diye, demiş.
Odanın ortasına astığı boş şişeyi gösterip;
-Peki bu ne? Demişler.
-Deprem olursa anlayayım diye, demiş!..
İşte halimiz aynen bu, değil mi?..
Kızanlar, biraz da onun için kızıyor hocaya. Yani, yaptıkları şeyi yapmaktan vazgeçmek İstemedikleri için. Tedirginlikleri büyüyor her yeni açıklamanın ardından.

Daha komiği de var:
Deprem riski altında olduğu gösterilen bölgelerin dışında kalan insanlar da sanki ölmeyeceğini sanıyor!..

Şimdi pür dikkat okuyorsunuz değil mi bu yazıyı?.. Bir yandan da soruyorsunuz; “Ne demek istiyor, ne demeye getiriyor” diye…
Hiiiiç!..
Hiçbir şey demeye çalışmıyorum ve demeyeceğim de…
Üst kısmı okurken bazı sinyaller gelip geçti ya aklınızdan…
Hah!..
İşte bu yazıyı; onları hatırlayasınız diye yazmıştım!..
(17 Kasım 99-19.30)

Kınama

Afet bölgelerine, sadece; her normal insanı hasta edecek görüntüleri almaya giden…
Ardından bunları, bugünü-yarını, büyüğü-küçüğü düşünmeden her dakika yayınlayan…
Sonra da henüz yerlerdeki kanlar kurumadan, yanan binalar soğumadan vur patlasın-çal oynasın eğlence programlarına kaldığı yerden devam eden…
Sanki bu ülkenin bir parçası değilmiş gibi duyarsız davranan televizyon kanallarını;
Şiddetle Protesto ediyoruz…

———————————————————-

Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın! Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”

19 KASIM 1999 CUMA
11 Şa’ban 1420
Rumî: 1415-Kasım: 12
* 11. ay, 30 gün 46. hafta. Yılın 323. günü. Kalan gün 42
* Meriç ve Keşan’ın kurtuluşları.
* İstanbul Radyosu’nun yayına başlaması. (1949)
* Dünya Komşuluk Günü.

Stop
Muammer Erkul
19 Kasım 1999 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir