İki parça yazı [10 Kasım 2000 Cuma]

İki parça yazı

Sen, bir yandasındır da; Diğer yanda hep diğer insanlar vardır…
…..
Sen, kim olduğunu… Nerede olduğunu düşünürsün elbette, ama ilginç olan şudur ki; diğer insanlar da “senin” kim olduğunu ve nerede olduğunu düşünür…
Hah işte!..
Sen, işte aslında “bu”sundur!..
…..
Busundur; çünkü birileri hiçbir zaman seni sana sormazlar. Sen, her zaman seni anlatan kişilerin anlattığı sensindir…

Bundan elbette; “ben kendim hakkında ne düşünürsem düşüneyim nasılsa birşey değişmeyecek” düşüncesi çıkmaz… Çünkü seni, ulaşmak istediğin yere yine senin kendi hakkında düşündüklerin götürür…
…..
Bundan şu çıkar, belki;
Kendimizi dev aynasından seyredersek yanılırız, şaşırabiliriz…
Bir de şu çıkabilir;
Senin aşman gereken uzuuun yollar ve yıllar önünde dururken, senin hakkında konuşanların diyebileceği; “sen oldun artık” lafını duyduğunda, eğer onu dinlersen, olgun bir armut gibi düşebilirsin!..
Henüz çook tepeleri, dağları aşma gücüyle doluyken bacakların… Yazık olmaz mı sana?..

İKİ

Şimdi, insanların gözünde… Ama sadece insanların gözünde bir yere geldikten sonra anlıyorum ki…
Veya şöyle de söylenebilir;
Ben… Biliyorum ki.. Şu an varmış olduğum yer, “insanların gözünde” bir mesafe ancak!..

Bazen anlatıyorum ya, benim, kendi “GELECEK” ZAMANIM İÇİNDE kaybolduğum… Daha doğrusu “benim” öyle sandığım, yani kendimi kaybolmuş zannettiğim (!) yıllarımı geçirdiğim İncirköy sahilini, Köyönü sokağını, Tezveren Dede’nin karşısındaki havuzlu parkı… Yıkıldıktan sonra yerine kooperatif binaları yapılan köşkün bahçesini… Yakaladıktan sonra ceplerimize sakladığımız istavritleri…
Ardından, takım çantasındaki conta anahtarları gibi bir boy büyüdüğümüzü… Mahallenin dışına taşmaya başlamalarımızı, falan…

Şimde de kendi kayıp geleceklerinin içinde…
Yani, kendi gelecek zamanlarının içinde kaybolduklarını düşünmekte olan binlerce insan var delikanlılıklarının ilk yıllarında…
Değil mi?..
Peki sizce bunlardan hangileri gelecek dersiniz arzuladıkları yere?..

Evet, şimdilik sadece yakın bir geçmiş hatırlayıp, ileriye baktığındaysa uzun, geniş ama bulanık bir zihin resmine bir türlü yoğunlaşamayanlar arasından… Arzu ettikleri yere… Önce, bu hedefi en çok ve en uzun süreli isteyenler gelecek, endişeniz olmasın…
En çok ve en uzun süreli istemek demek; aklının hep orayı, o yönü düşünmesi demek… Adımlarını hep o yöne doğru atması demek… Yol hazırlığını hep oraya göre yapması demek… Yol arkadaşı seçmek için etrafındaki insanlara dikkatle bakınması demek… Harita-pusula ve bazı durumlar için gerekebilecek daha özel ihtiyaçları gizli bir köşeye yerleştirmesi demek…
Avuçlarını açtığında bile ne zaman nerede olmak istediğini hatırlaması demek insanın…

———————————————————


Hikâyecik

(Vietnam’da savaştıktan sonra, nihayet evine dönmekte olan bir askerin şu hikayesi dünyanın her tarafında anlatılır:)
“Anne-baba, San Francisco’dayım… Artık eve dönüyorum, ama sizden bir şey rica ediyorum; yanımda bir arkadaşımı da getirmek istiyorum…”
“Memnuniyetle oğlum, onunla biz de tanışmak isteriz.”
“Fakat, bilmeniz gereken birşey var…
O, savaşta ağır yaralandı… Bir mayına bastı ve bir koluyla bir ayağını kaybetti…
Onun şimdi gidecek hiçbir yeri yok… Bu yüzden gelip bizimle kalmasını istiyorum…”
“Bunu duyduğumuza üzüldük oğlum. Belki elbirliğiyle onun başka bir yer bulmasına yardımcı olabiliriz…”
“Hayır anne, baba… Lütfen… Onun bizimle yaşamasını istiyorum…”
“Oğlum” dedi babası…
“Sen, bizden ne istediğini bilmiyorsun…
Onun gibi bir özürlü bize korkunç bir yük olur. Bizim kendimize ait bir hayatımız var ve bunun gibi birşeyin hayatımıza engel olmasına izin veremeyiz…
Bence hemen bu arkadaşını unutup eve dönmelisin. O kendi başının çaresine bakacaktır…”

Ogul o anda telefonu kapattı. Ve ailesi ondan, birkaç gün sonra, San Francisco polisinden bir telefon gelinceye kadar haber alamadı…
Oğullarının yüksek bir binadan düşüp öldüğünü öğrenir öğrenmez, hemen San Francisco’ya uçtular ve bu olayın bir kaza değil intihar olduğuna inanan polisler tarafından, cesedi tespit etmeleri için şehir morguna götürüldüler…
Üzüntülü ana baba morgta kendilerine gösterilen evlatlarını tanıdılar ama bu sırada bilmedikleri birşeyi daha öğrenip dehşete düştüler;
Kendi oğullarının sadece bir kolu ve bir bacağı vardı!..

Stop
Muammer Erkul
10 Kasım 2000 Cuma

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir