Kınalı Ali [05 Eylül 2003 Cuma]

Bir "Kınalı Ali" hikâyesi anlatılır;
Duymayan duysun, bilmeyen öğrensin, dinlemiş olan da bir daha dinlesin, diye. Çünkü çoğu hikayede, çoğumuzun alabileceği çok dersler vardır…

Üsteğmen Faruk, cepheye yeni gelen askerleri kontrol ederken onlarla laflıyor, "nerelisin" gibi sorular soruyordu. Saçının ortası sararmış çocuğu görünce, merak ederek;
– Adın ne senin evladım, dedi. Çocuk;
– Ali, dedi.
– Nerelisin sen?
– Tokat, Zile’denim…
– Peki evladım, bu kafanın hali ne böyle?
– Anam cepheye gelirken kına yaktı da komutanım…
– Peki neden?
– Bilmiyorum komutanım…
Komutan tebessüm ederek, Ali’nin sırtını sıvazladı.
– Peki Kınalı Ali, dedi. Gidebilirsin…

İşte o günden sonra Ali’ye, herkes "Kınalı Ali" demeye ve başındaki kınaya takılmaya başladı. Ama cesur ve cana yakın biriydi Ali. Kısa sürede bütün arkadaşlarının sevgisini kazanmıştı.
Bir gün ailesine mektup göndermek istedi. Fakat okuyup yazması olmadığından arkadaşlarından yardım istedi. Oturdular bir kağıdın başına, Ali söyledi, arkadaşları yazdı.
Mektup bitmişti ama, kendisinden hemen sonra askere gelecek olan kardeşini hatırladı Ali, ve satırlarının en sonuna, küçük bir not ekletti:
"Anacağım. Kafama kına yaktın. Komutanlarım ve arkadaşlarım dalga geçtiler. Kardeşim Ahmet’e de yakma ki, onun kınasıyla da dalga eğlenmesinler."

Bir zaman sonra, İslam topraklarının baş düşmanı olan İngilizler ve onlara inanan ülkelerin askerleri, kesin netice almak için bütün güçleriyle Gelibolu yarımadamıza yüklendiler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşmüş, hatta takviye olarak giden yedek kuvvetler de yeterli olmamış, onların sayıları da epey azalmıştı. Acemi birliğinin komutanı da, henüz eğitimdeki birliğinin başında çaresizlik içinde dua edebiliyordu.
Gün bu gündü! Ali ve arkadaşları uzun yalvarmalar sonunda, insan bedenlerinin orakla biçilir gibi makineli tüfek mermileriyle biçildiği cepheye atılmak için izin aldılar ve "Allah Allah" diyerek şehitliğe koştular…

Bir müddet sonra Ali’nin yazdırdığı mektubun cevabı geldi. Komutanlar buruk ve gözleri dolu dolu bu mektubu açıp okumaya karar verdiler (ki bu mektubun aslının Çanakkale müzesinde sergilendiği söyleniyor).
Babası diyordu ki:
"Oğlum, gözlerinden öper, selam ederim. Öküzü sattık, paranın yarısını sana yarısını da cepheye gidecek olan kardeşine veriyoruz, şimdi tarlayı ben sürüyorum, ama zaten fazla ihtiyacımız kalmadığından yorulmuyorum. Bizi merak etme. Herkes ve her şey iyi. Bak, ananın da sana diyeceği var."
Bundan sonraki satırlar ise şöyleydi:
"Oğlum Ali, yazmışsın ki, kafamdaki kınayla dalga geçtiler, kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle dalga geçmesinler. Çünkü bizde 3 şeye kına yakarlar.
1- Gelinlik kıza; gitsin ve ailesine ve çocuklarına kurban olsun diye.
2- Kurbanlık koça; Allahü tealaya kurban olsun diye…
3- Askere giden yiğide; vatana kurban olsun diye… Bunu böyle belleyin. Gözlerinden öper, selam ederim. Allah’a emanet olun…"

Mektubun okunması bitmişti.
Ali’nin komutanı ve dinlemekte olan diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktaydılar…

Stop
Muammer Erkul
05 Eylül 2003 Cuma


 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir