Uçurtmacı Naci, Eyüp Kardeş ve aynı uçurtmanın ipini tutmak…

 

İstanbul sokaklarında geziniyor olmalarından başka iddiası olmayan bu yazılardaki ben; sıradan bir çocuk, insanlar arasına karışmış bir delikanlı… Ne onu kimse tanır şimdi anlattıklarını yaşarken; ne de kendisi tanırdı şimdi tanıdıklarını…

Hani zaman geçtikçe, anlamadan kilo alır ya insan; hatıralar da öylece, sanki göbek yağı gibi birikiyor işte… Tanıdıkların çoğalıyor… Fakat… Yine de… “Bir zamanlar”, diye anlatmaya başladığın hikâyelerdeki insanlar sanki daha gerçek kişiler, öyle değil mi; şimdiki zamana daha uzak oldukları halde?..

 

 

Paşabahçe’de pazar kurulan yoldan yukarı doğru çıkan Kilise Sokağı’nın sağ köşesindeki binanın altındaydı Sami Amca’nın berber dükkânı… Güler yüzlüydü rahmetli. Çok benzeşmeseler de, hatırası; eski Türk filmlerinin Hulusi Kentmen’ini çağırıyor gözümün önüne… Bir de oğlu, Murat’ı vardı hem analık hem de babalık yaptığı. Okul çıkışlarında yanına gelip bazı işlerde yardım ederdi…

Çok mecbur kalmadan gitmezdik berbere, hele ki ben; saçlarımın ucundan bir gıdım aldırmak için bile… Sanki kaçacakmışım gibi arkamda nöbet tutan Kadir, ben koltuktan kalkmadan; “gene bıyıklarını almayacak mısın şunun” diye sorar… Sami amca da gülümseyerek;

“Yok, almayacağım, derdi. Bursun!..”

Ancak tırnakla veya cımbızla tutulabilecek şeftali tüyleri kadar “kaytan” bıyıklarımı, burmam için kesmezdi Sami amca… Meğer bir bildiği varmış, bıyığın sakalın geç usturaya vurulmasının iyi bir sebebi varmış… Bir gün uzun uzun anlatmış Kadir’e, o da bize anlatmıştı…

Anlattı anlatmasına ama sanki Sami amcadan sonra bıyığın mıyığın tadı kalmadı… Şöyle dağlar gibi adamlar, çınar ağacı gibi ağabeyler birer birer kesmeye başladılar bıyıklarını…

Sami amca görseydi bu halimizi, kahrından ölürdü zaten!

 

* *  *

 

İşte o zamanlar tanışmıştım Naci ile… Annesi Akyazılı, babası Erzincan’dan gelme. Askerden dönmüş, yakışıklı bir herif. Askerliğini yapmış ama ona adıyla hitap etmek benim de onun da hoşuna gidiyor, bi de kafa dengi… Babası Necdet amca ise eskilerden; yani delikanlılığı bile Üsküdar’ın çarşısında geçmiş. Ardahan Çarşısı’ndaki mağazanın adı “Pantoloncu Necdet” ki, herkes tanır, ismi yeter!.. Bilmeyen, zaten Üsküdar’a “dün” gelmiştir ki, kaale almak bile gerekmez!

O zamanlar Milli Selamet Partisi akımı var, Necdet amca ilçenin kurucularından; yaklaşan seline kapılıyor ve üstelik her kişi beş kişilik ses çıkarıyor…

Biz mi? Bizim partiyle pırtıyla işimiz yok. Ben parti binasını bile görmedim hiç…

Baş başa vermiş iki şeyin hesabını yapıyoruz… Birincisi “bacanak” olmak… İkincisi Hollanda’ya gitmek… Hollanda’ya gidersek, bacanak olmaya da lüzum yok, diye geçiyor aklımızdan!..

Avrupa’nın “birlik”ten haberi var mı o yıllarda bilmiyoruz, ama biz ikimiz çoktan “Avrupa birliğini” kurmuşuz!

 

*  *  *

 

Naci beş kardeşten ikincisi… Onun küçüğü Necati bir gün dedi ki bana;

“Bana da sigara içirin!”

Naci öyle sigaradan filan pek anlamaz, tek tük benden otlanır. Fakat benim sigara içişimin bir ahengi, cazibesi varmış, öyle derdi herkes, sigara içtiğim zamanlarda. Bir gün de nasıl bıraktığımı anlatırım…

“Tamam, dedim Necati’ye. Ama ilk önce denemesini yapalım. Parmaklarını şöyle ağzına getir ve avucunu dudaklarına yapıştır… Tamam, şimdi iki parmağının arasını, sanki sigara tutuyormuşsun gibi azıcık aç… Tamam, şimdi sanki sigarandan nefes çekiyormuşsun gibi, o delikten deriiin bir nefes çek. Çek, çek, çeeek ciğerine kadar, hah işte böyle… Tekrar dene bakalım…”

Denedi tekrar ve öğrendi parmaklarının arasındaki delikten nefes çekmeyi…

Sonra bir sigara yaktım. Birkaç nefes çekip ateşini coşturdum. Parmağının arasına koyup hadi çek, dedim…

Üsküdar’dayız. Bir masanın başında oturuyoruz. Naci, kardeşi Necati’ye bakıyor. Necati heyecandan sanki ölecek; gülsem mi, utansam mı tereddüdünde… Fakat “herkes içiyor” diye teselli ediyor kendini… Sigara tutan elini ağzına dayıyor, herkesin öyle yaptığını zannederek “hüüüp” diye derin bir nefes çekiyor!..

O an, “tık” diye kesiliyor nefesi… Gözleri büyüyor, boğulduğunu hissediyor, bize doğru bakıyor, sigarayı elinden atıyor ve gittikçe artan bir öksürük kriziyle, ter içinde, iki büklüm öksürüyor, öksürüyor, öksürüyor… Konuşabildiği zaman, gözleri yaş içindeydi ve;

“Siz nasıl içiyorsunuz bunu böyle?” Diyordu…

Necati, hayatının ilk sigarasını işte öyle içti…

O sigara son sigarası oldu, hatırladıkça gülüşürüz…

 

* *  *

 

İlginç olan; Hollanda’ya giden Necati oldu. Ben Bâb-ı âli’de tutunmaya çalışıyordum o sıralar. İkimiz de ülkemizde kaldık yani ve başka projeler üretmeye başladık… Bu arada Naci evlendi ve işi büyütme hesapları yapmaya başladı;

…boş zamanlarında uçurtma yaparak!..

Benim arkadaşım size benzeyecek değil ya, tabii ki bana benzeyecek…

O sene evde bir sürü uçurtma yaptı Naci, Üsküdar’daki bütün bakkallara çakkallara dağıttı onları “satınca ödersin” diye. Para da kazandı. “Olacak bu iş” diyerek, sonraki sene bir atölye kiraladı. Yardım edecek çocuklar buldu, kâğıdını, ipini, çıtasını filan toptan aldı, ucuza mal etti… Bir de etiket bastırdı, üstünde oğulcuğunun adı olan: “Eyüp Kardeş Uçurtmaları…”

Ben ise Türkiye Çocuk Dergisi’nde çalışıyorum o sıralar. Dergidekilere “benim bir arkadaşım var, uçurtma yapıyor” diyerek ondan bahsediyor… Naci’ye ise; “hadi Türkiye Çocuk Dergisi’yle birlikte uçurtma yarışması düzenleyelim” diyerek işi bağlamaya çalışıyordum…

 

*  * *

 

Sonunda bir şenlik yapılıyor Şemsipaşa Meydanı’nda…

Bu, Türkiye’de düzenlenen ilk ödüllü uçurtma yarışması…

Ardından gelecek sayısız organizasyonların ilki, Mehmet Naci Aköz’ün bu işe asılmasının sebebi, İstanbul Uçurtmacılar Derneği’nin, Uçurtma Müzesinin ve dünyanın her yerinden gelen ünlü uçurtmacıların gösteri yapıp ağırlandığı uluslararası yarışma ve uçurtma organizasyonlarının ilk kıvılcımı…

Uçurtmacı Naci; yani dünyanın sayısız ülkesinde, uçurtma ile ilgilenen kurum ve kişilerin arşivlerinde ismi bulunan Naci bey, yıllardan beri sohbetlerinde ve uçurtma seminerlerinde;

“Benim bir arkadaşım vardı. Türkiye Çocuk Dergisi’nde çalışıyordu. Bir gün bana; hadi uçurtma yarışması düzenleyelim, dedi. Böylece işe başladık. İşte o “HAYDİ” ısrarı, işte o en cesaretsiz zamanımda bana aşıladığı cesaretle yüreklenerek organize ettiğimiz yarışma her şeyin başlangıcı oldu. Bizi bu günlere getirdi. Dünyaya bizi ve bize de dünyayı tanıttı… Muammer Erkul olmasaydı; Uçurtmacılar Derneği ve bu uluslararası organizasyonlar belki de hiç olmayacaktı” diyor sık sık…

 

*  *  *

 

Çok şey değişti zaman içinde. Üsküdar’dan Kızkulesi’ne/Salacak’a doğru yol gitmezdi eskiden. Harem’e varmak için de; Sunar yokuşundan Doğancılar’a çıkmak, Paşakapısı Cezaevi’nin yanından ve Karacaahmet Mezarlığı’nın içinden geçmek, Çiçekçi’den devam ederek Selimiye Kışlası’nı dolaşmak gerekirdi…

Şemsipaşa Meydanı’na varmak için, Şemsipaşa Kütüphanesi’nin de içinde bulunduğu, sahildeki küçük caminin deniz kenarındaki ıslak (bir kaldırım genişliğindeki) rıhtımdan geçer… Veya Tekel’in (şimdi yerinde yeller esen, vasıtalar geçen) Tütün Deposu’nun arkasından devam eder veya Lunapark’ın yanından inerdik…

Üsküdar Evlendirme ve Kültür Merkezi inşaatın bulunduğu hizaya kadar gelebilirdi arabalar. Huzurunda törenler yapılan (sağında ve solunda birer genç kişi bulunan) Atatürk heykelinin arkasında kalan Hava Lokali’nden öteye vasıta geçişi yasaktı. Zaten birazdan, Kızkulesi’nin göründüğü yerde sahil de biter, dik kayalık başlardı. Geniş yaya yolu ise yalıların arkasından Salacak’ın üstüne doğru yükselirdi ve galiba o da bir yerde biterdi…

 

 

Uçurtmalar uçtu o gün… En güzelleri, en yüksekleri tespit edildi ve kupalar filan verildi… Naci’nin kendisinden yeterince bahsedilmemişti bence derginin sayfalarında; ama yine de onun ilk organizasyonu ve ilk haberi bunlardı…

Çok şey değişiyor, evet… Fakat biliyor musunuz; her şey geçse de gönüller kalıyor, gönüllerdeki dostluklar kalıyor…

Kiminle aynı uçurtmanın ipini tutuyorsun, ona dikkat etmek lazım;

Kiminle aynı uçurtmayı uçuruyorsun?..

 

 

1 Yorum

  1. Ben bu yazıyı bir kere daha görmüştüm ancak, acaba tamamını okumadım mı ki sanki yeni bir yazı okuyormuşum diye düşündüm, yoksa sen güncelleme mi yaptın?
    Gerçekten, geçmişi Çok güzel anlatan bir yazı.
    Samimi, abartısız, hoş.
    Ellerine sağlık.

    Evet bu gün beni de, kurduğum derneği de, uçuurtma müzesini de tüm Türkiye tanıyor.
    Çıkmadığım TV kanalı, haberimin basılmadığı gazete kalmadı.
    İçinde uluslararası olanlar da dahil, Yüzlerce uçurtma festivali organizasyonları yaptım.
    Onlarca ülkeden uluslararası üne sahip uçurtmacıları ülkeme getirdim.
    Önümüzdeki yıllarda (İnşaallah yaşarsak) çok daha büyük hedeflerim var.
    Tüm bunların zemini gerçekten de senin yazında da belirttiğin gibi, Naci Muammer arkadaşlığı ve Türkiye Çocuk Dergisi.

    O gün bana bugünümü anlatsalardı herhalde ben bile inanmazdım.

    Naci, uçurtma ile ilgili öyle işler yapacak ki, tarihe geçecek!

    Hadi canım, o kadar da değil, derdim.

    Ellerine, kalemine sağlık.

    Bir kaç “Gerçek dostumdan birisin unutma”

    Uçurtmacı Naci

    MEHMET NACİ AKÖZ

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir