Gül gibi, dinlen içimde [14 Kasım 2003 Cuma]

Şaşarım; Beykoz hep bekler.
Bilirim, beni bekler; buna şaşarım!
O güzel koyun koynuna sokulmuştur ve sırtında yükselen kayaların kuytusuna bağdaş kurup oturmuştur…
Bilirim, beni beklemiştir hep; doğacağım zamanı. Ve şimdi, beni beklemektedir yine; döneceğim zamanı…
Bu, nasıl aşk!

Bir kocamış insanın delikanlı duyguları vardır hani ve hani koca koca ağaçların ince, yeşil filizleri…
Yani; Beykoz niye sevmesin ki beni?..
Kafam, kurcalanmaktan vazgeçer sonunda; ilk ben miydim acaba onun sevdalandığı, veya ben son olacak mıyım?..
Bana ne!..

Bilirim, Beykoz beni bekler ve ben hep onu "beni beklerken" bulurum.
Buna şahittir bütün martılar. Şahittir parkın kıyısında fışşş’layan her bir dalga. Şahittir, bu parka bakan paçacıların üst katlarındaki ahşap pencereler. Ve meydanın ortasından ta göğe tırmanmış çınar ağaçlarıyla, arkadaki tepenin bulutları yırtan sivri taşları, Şahinkaya’nın bütün çalıları şahittir…
Bir de Onçeşmeler’in her bir kurnası…
Eskiden; beni gördükçe böyle güldür güldür aktığını sanırdım bu kadar suyun. Hatta daha da eskiden; denizin, "işte bu suyla" dolmuş olduğunu!..

Onçeşmeler’in beni beklediği gibi Beykoz’un içinde;
Ben, seni beklerim Onçeşmeler gibi, kendi içimde!..
…..
İşte, öyle söylersen, böyle olur. Demiştim sana; böyle dersen beklemeye, gözlemeye ve özlemeye başlarım!..
Sevin, ki; haksızsın… Çünkü ben, nice insanlar gördüm; senin gibi bakmıyorlardı. Canıma baktın sen benim, gördüüüm! Ve üstelik, gelemedin yanıma…
Sana yazmak ve yazdıklarını okumak zaman kaybı olur mu bundan sonra?..

İnan ki sen, yazdıklarınla ve pişmanlıklarınla ve itiraflarınla bile içime giriyorsun; bir gül gibi…
Her insanın bir insan için, ve hatta kendi kabuğuna sığamadığı halde duygularını dışına sızdırmamaya çalışan birilerinin; "o biri" için yapabileceği yüzlerce şey varken… Nasıl bu kadar tembellik ettiğini, ve nasıl böyle umursamaz davrandığını,,, ben de anlayamıyorum…
Ve üstelik mevsimler, birbiri ardına geçerken!..

Yine de sen sürekli sorgulama kendini. Sürekli hırpalama, sürekli tırmalama, rendeleme, törpüleme kendini…
Sana,, belki sana; çatlayan avuçların için bir merhem gerekli ve dudaklarına ve duygularına…

İşte şimdi, bir kristal vazoya benzettim yine kendimi; içimde seni hissedince, çiçeğim…
De hadi; "çünkü sen bir şiirsin" de bana. "Benim şiirimsin" de…
Ben de sana; sen karşımdayken, şiirin kanatlarına binmemek ne mümkün, diyeyim. Ve diyeyim ki;
Sen, taze kesilmiş bir gül gibi içimdeyken, içimde ne varsa sana sunmamak…
Ve sana, bıçak değmiş yarandan;
Damla damla, yudum yudum şiir içirmemek ne mümkün?..

Stop
Muammer Erkul
14 Kasım 2003 Cuma

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir