Kovalı yazı [22 Eylül 2005 Perşembe]

Sormayan…
Dinlemeyen…
Anlamayan; ne bilecek?
…..
Aynı rahmet yağsa bile ikisine de…
Kel kaya az sonra kupkuru olur, da toprak neden yeşerir?..

Avlu kazığına geçirilmiş kovaya benzer, sormayan kimse…
Yağmur inse, sel gelse;
Bir damla düşmez nasibine!

Dinlemeyen;
Pınarın başına giden kovaya benzer…
Ki, herkesle birlikte çıkar yola, herkes kadar mesafe kat eder, belki herkesten de çok yorulur ama, gittiği gibi döner…
Çünkü pınarın başına;
Boş giden…
Dolup döner!..
…..
Dolu giden de dolu döner;
Dökmeye kıyamadığı…
Çamurlu suyu ile!

Anlamayan ise; ağacın dalındaki kovaya benzer!
Gururlanır, kendini elma sanır bazen. Bazen içindeki boşluğa anlam veremez…
Su toplansa içinde, ne yapacağını bilemez…
…..
Sormayan… Dinlemeyen… Anlamayan ne bilir?
Aynı rahmet yıkayınca ikisine de; kayalar kururken toprak neden yeşerir?..

Bir kova…
Kendine dolanı muhafaza etmek, ve onu dağıtmak içindir!

Ağzına kaç kere götürdüğünü, boşuna sayma…
Bir yemek kabına daldırmıyorsan;
Boş kaşığın seni doyurmaz!..

Kaç vagon geçtiği önemli değil, gümbürtülerle. İçleri boş olduktan sonra, ötelere bir şey taşınmış olmaz!

Başkasıyla değil derdim, kimse merak etmesin…
Çünkü bir kova görsem, kendimi görmüş olurum; ters dönmüş, çöple dolmuş, veya döküleni tutamayacak kadar delik deşik!..
Aynı rahmet yağar da, ben neden kururum toprak yeşerirken?
Nereden bileceğim; anlamazsam…
Ve dinlemezsem sorduklarımı…
Veya sormazsam?

Stop
Muammer Erkul
22 Eylül 2005 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir