Sütlacın tuzu… [18 Haziran 2004 Cuma]

Bir yaşıma daha girdim önceki gün. Yüzelliüç müü, ikiyüzotuziki mi kaç oldum, ben de şaşırdım!..
Günü gelir de (erkekler için) bir yemek kitabı yazarsam, mantığı basit olacak. Çok basit. O kadar basit ki; her erkek anlayacak:
Göz, gez, arpacık; ..’teeş!..
İşte… Bütün erkekler anladı. Yemek yapmak bu kadar basittir!..

Ve bu kolay kitap erkeklere sadece iki şey öğretecek.
Biiiir: Size hissettirilen masallara inanmayın, ve sakın korkmayın. Çünkü mutfak öcü değildir, adamı yemez!..
İkiii: Eline geçen gıdaları yiyebilmenin yolunu bul!..
Erkeklerin düşünme biçimi, kavrayış şekli, bakış açısı işte budur, ki çok da pratiktir. Evde de işe yarar, dağlarda da…

Halbuki; beş erkekten dördü, sahanda yumurta yapabildiğini gördükleri ilk kızlara hayran olup evlenebilirler… Ama beşinci erkek; dik duran yumurtanın üzerine kocaman bir fili çıkarabileceğini fark eder!..
İşin diğer boyutu (belki de acı olan aslı) ise şudur:
Beş erkekten dördü, tuzu unutulmuş veya üç kere tuz konmuş yağda yumurta yemeye mahkumdur… Beşincisiyse, karnını doyurmak için; (daha önce yapabildiğini açık ettiği lezzetli yemeklerden birini) bir kere daha yapıp sofraya koymaya mahkumdur!..

Ama, bu mahkumiyetlerin ardından; san’at gelir. Çünkü bu yol, büyük keşiflere açıktır!.. Beş erkekten dördü ekmek dilimlemeye çalışsa parmaklarını keser, veya çiğ yumurtanın kabuğunu elma gibi bıçakla soymaya çalışır… Ama beşincisi, eğer bu acemiliği aşabilirse yemek pişirme konusunda madalya kazanır!
Hep düşündüm şimdiye kadar; annelerimiz, annelerinin kendi ninelerinden öğrendikleri fasulye yemeğinin "tıpkısının aynısını" koydukları halde sofralara,,, acaba, neden bir ödül bile almazlar/alamazlar?..
(Wwuff; laf, burada bir havai fişek gibi patladı; ve her parçası, herkesin kendi göğünde bir başka yöne/kendine doğru ayrıldı… Öyle, değil mi?.. Bir gün eğer böyle bir kitap hazırlarsak, her ışık demetinin ardından at koştururuz… Şimdi başa dönelim…)

Çorbayla birlikte getirilmişti turşu. Güzel gözüküyordu. Aldım, ki ağzım yandı. Şaşkınlıkla dikkat ettiğimde dumanlarının tüttüğünü gördüm. Sonraki zamanlarda da pişirilen/kızartılan turşuya hiç alışamadım…
Geçen gün. Öyle methettiler ki aç olmadığım halde, sırf böreğin tadına bakmak için oturdum. Tabağa konmuştu, çatal ile kolayca koptu, ağzıma attım ki, aa tatlı!.. Dilim alışsın diye bir çatal daha aldım. Sahur için yapılan yumuşak tepsi böreklerine benziyordu ama bol bol şekerliydi. Su böreğinin tatlısı gibi yani. Vazgeçtim…
Baktım, birkaç tas sütlaç. Severim de, çoğu kimse gibi… Dedim ki; en azından bildiğim/bilinen bir tat. Çektim önüme ve daldırdım kaşığı… Ama, böreğin farklı lezzeti duyularımı karıştırmış olmalı ki tadını alamadım… Çaktırmadan, dilimle şap şap şap yaptım, ı-ıh bunda bir gariplik var. Bir daha aldım sütlaçtan ve bu defa emindim ki artık; tuzluydu… Aceleyle şükrettim, teşekkür ettim, kalktım. Zaten toktum ya…
Daha sonra sordular, söyledim… "Ama sütlaç az tuzluydu", dediler!..

Orda mısınız?..
Az tuzunuz ve çok şekeriniz zaten elinizde mi?..
Tamam, her ikisi de aynı midelere gidecek belki, ama;
Az tuzu böreğe, çok şekeri sütlaca koysanız, olmuyor mu?..

——————— 

Not: Kuzuluk Kaplıca Evleri yönetiminin ayda bir çıkarttığı "Bir Tatlı Huzur" gazetesi, bizimle yapılmış tam sayfa bir röportaj yayınladı. Yarın akşam (Cumartesi) 19.00’dan itibaren site içi toplantı salonunda bize bir buluşma-imza günü düzenliyorlar…
Belki bir kısmınız burada olamayacak ama, gene de haber vermedi, demeyin!..

Stop
Muammer Erkul
18 Haziran 2004 Cuma

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir