Zarurî dedemiz(!) [17 Kasım 2000 Cuma]

Zarurî dedemiz(!)
  

Zarurî’yi bize, (dolayısıyla sizlere) Şanlıurfalı okuyucumuz Aynur Alptekin tanıtmıştı. Aynur hanım zaten, pek çok şiirini bu köşede okuduğunuz bir kalem ehli olduğundan, Mehmed Emin Eğilmez gibi gizli kalmış bir cevheri bulduğu an üzerindeki tozu alelacele silmeye ve onu gün ışığına çıkarmaya gayret etmesi kendisinden beklenmeyecek bir davranış olmazdı…
Öyle değil mi?..
…..
Hatırlarsınız, şiirlerini yayınlamıştık burda ve biraz tanımak istediğimizi de bildirmiştik, kendilerini…
Mehmed Emin dedemiz (*) almış kalemi eline ve kendini, yine kendi üslûbuyla anlatmış bizlere.
…..
(*) Umarım ki gücenmez bizim bu lafımıza, çünkü şairin yüreği delikanlı olur… Yine de dua bekleyerek ellerinden öperiz, SEVGİ KÖŞEMİZİN ZARURİ DEDESİ’nin…

Zarurî’nin mektubu

 

Ne beni benden sorarsın, aziz dost.
Şanlıurfa Yusuf Paşa mahallesinde kayden mukayyet, bugün ise aynı ilin Kadıoğlu mah. Dükkanlar sok. 4 no’lu hanede ikamet ettiğimi bilmiş ol.
Doğum 1332. Sin ise 85’e yelken açıp rüzgârı intizar etmekteyim.
Ne beni benden sorarsın sen dostum ali cenap.. Hangi birini arz-ı izah edeyim? Yeter ki siz alttaki dörtlüğü okuyun. Mükerrer okunmasını ayrıca arz-ı istirham eder..
Derin saygılarımla.
…..
Bidayetten beru el’an, kara bahtım ak değil
Boz bulanık göz yaşımla, zülâl-ı berrak değil
Zarurî bu sergüzeştim, deveden kulak değil
Hepsin disem sayfa almaz, cilt’be cilt kitab olur..

…..
(Bidayet: Başlangıç… Zülâl: Berrak, tatlı, güzel, soğuk su… Sergüzeşt: Macera, serüven…)

 

Hitamen anlamaz hünkâr ne bilsin vâris-i taht..
Kervan sahibi bir han olan anlar bizi.
Şiddet-i ateş-i aşka oldum bir kuru hatab..
Bagri püryan, derunu duman-i külhân olan anlar bizi.
Bakma kâr-ı ihtikâra cilve-i mekkâra sen..
Ferd-ı tefekkür ile memba-ı Şat ile fırat,
Gözleri ceyhân olan anlar bizi.
…..
(Hitam: Son, nihayet. Bir şeye mühür basmak, yazının veya istidanın sonunu mühürlemek… Vâris: Mirasçı, mirasa konan… Hatab: Odun… Püryân (Biryân): Kebabın bir nev’i. Pîran, Pürân… Derûn: İç, gönül… Külhân: Hamam ocağı… İhtikâr: Malı kıymetlenmesi için saklamak… Mekkâr: Hileci, düzenci… Menbâ: Kaynak… Şât: Koyun… Şat’: Yerden taze zuhur eden ekin yaprağı. Ekinin taze çıkan filizleri, yaprağı… )

Tahsil durumum ise bir heç: Rebbü esirde bile dört yanlışım var. Kısacası ilkokul kapısından bile bir gün geçmiş değilim. Nihayet idrakin faal çağında… (Ali’den A, Zeki’den Z harfini aldıktan sonra kalan 27’si kendiliğinden geldi.) Ayrıca ben abd-ı acizleri şair değil. Zira şairlik henüz ucuzlamadığı dolaysı ile bu bap’tan da bir hisse-i hasenat alamadım.
Kısseyi şöyle idraz edelim.
Koşma
Kaside
Divan
Gazel
Müseddes
Müstezat
Mütenazır … babında muhtaç olmayacak kuyudat’ta mevcut.
Dün evvel gün bir benzerı dal fidan
Bugün oldum içi münhâl derunu kof bir çınar..

– Son –

…..
(Abd-ı aciz: Aciz insan, çaresiz kul… Bab: Kapı, kısım, parça, fasıl… Hasenât: Güzellikler, iyilikler… Kuyudât: Kayıtlar… Münhall: Boş, meşguliyetsiz, memuru bulunmayan…)

“Hakiki sevgi;
iyilik gördüğünde artmayan
ve kötülük gördüğünde de
eksilmeyendir.”
(Yahyâ bin Muâz-ı Râzî)

Koşma


Yine yol göründü çukur ovaya
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü
Hayli menzil alır burdan oraya
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü

Üç aydan üç aya, dikkat nazara
Dört arşın kefene, düştüm pazara
Diyar-ı gurbette, meçhul mezara
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü

Gezerken ikpalı, mihnet bağında
Kavruldu varlığım kendi yağında
Ecel bekler bizi gavur dağında
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü

Her bir yanım neşter ilen bir yâre
Kalmadım bir zerre, tiğ-ı tebere
Vefatım mukadder, kara habere
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü

Doymadan Zarurî ömrüm yaşına
Gel diyor Azrail hesap başına
İki adım kalmış, hudut taşına
Gitmesem bir türlü gitsem bir türlü


Mehmet Emin Eğilmez
(Zarurî)

Stop
Muammer Erkul
17 Kasım 2000 Cuma

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir