Babalar düşman değil!
Bir bebek denize düşüyor… Şimdi bu çaresizin bir an evvel sudan çıkartılması mı mühim, yoksa nasıl birisi tarafından kurtarılacağı mı?..
Zaman geçince diğer detaylar tartışılmaya başlanıyor. Diyoruz ki;
“Benim babam iyi yüzücü değilmiş…
Babam iyi bir yüzücü olsaydı kurbağalama stilinde de yüzerdi!..
Baksana, hızlı kulaç atamıyor!..
O iyi bir yüzücü olsaydı bu zaman içinde bunca suyu yutmuş olmazdı!..”
Unutuyoruz;
O, bunca suyu yutmuş olduğu sıralarda bile, esasında bizi suyun üzerinde tutmaya çalışıyordu!..
Yapılacak en kolay şey; birini kurtarmaya çalışmamak…
Ama bir baba için de en zoru bu olsa gerek, “sudaki” bebeği için çırpınmamak!..
Problem; zaman içinde kavramların karışıyor ve değer yargılarının değişiyor olması. Özellikle de nesiller arasında bariz farkların ortaya çıkmaya başlıyor olması.
Fark falan da değil bu aslında…
Düpedüz uçurum!
Sarı öküzlerin çektiği bir kağnı ile kasabaya buğday taşımış babaya, kendi oğlu, internete bağlanma aciliyetini anlatsın bakalım!..
İki beygirlik tahta araba ile ikiyüz beygirlik bilmem hangi marka otomobil aynı kefeye konur mu?
Bir bebek denize düşüyor…
Şimdi bunun kurtulması mı mühim, yoksa “kim” tarafından kurtarılması mı?
Anne ve babalara haksızlık etmiyor muyuz sizce?.. Özellikle de babalara.
Bunca gayretleri görmezden gelmiyor muyuz sizce?
Babalar düşman değil..
Birisi şu anda size iki yıl yatak verse, iki yıl yemek verse, iki yıl şefkat verse, iki yıl ilaç verse…
Ve sizden sadece aklınıza estikçe “ona gülümsemenizi” beklese…
O kişi hakkında ne düşünürsünüz, artık bu ilgisi kesilmiş olsa bile?..
İşte ben, size en az iki yıl yatak vermiş, yemek vermiş, şefkat vermiş, ilaç vermiş birini tanıyorum…
Hatta bahsettiğim kişiyi siz de tanıyorsunuz…
Hatta siz en az iki yıl onun suratına bakarak, ona, dünyanın nen güzel gülücüklerini verdiniz…
Burda, iki yaşına gelmemiş kimse yok, değil mi?..
İyi…
Eğer olsaydı, onların bu konuyu kavramaları biraz güç olabilirdi!
Mesela “beklenti” kavramını izah edemezdim onlara.
Babanızın elma bahçesi var. Bu bahçedeki ağaçlar “on ton” elma verdi.
Ama siz bu bahçeden çıkacak “yirmi ton” elmayı babanızın size vermesini umuyordunuz!..
Peki şimdi ne olacak?
Beklentiniz bu miktara saplanıp kaldıysa; babanıza karşı on tonluk, derin bir hayal kırıklığınız ve kızgınlığınız olacak..
“Mübarek” olsun!
Bayılıyorum beklentilerini başkalarının sırtına yüklemeye çalışmayan kişilere.
Bunlar için; yere düşmüş kurtlu bir elmanın “temiz olan yarısı” bile nimettir!..
Babalar düşman değil, biliyor musunuz?
Sadece öyle düşünüyorlar;
Yani “kendileri gibi!..”
Babalarımızı değiştirme hakkımız yok elbette…
Hiç kimsenin düşüncesini değiştirme şansımız da yok… Kendileri arzu etmediği sürece…
Bunu okuyunca, anlamaya çalışınca, idrak edince bazıları kilitlenip kalacak ve kendini bu “gerçeğe” mahkum hissedecek!..
Bazılarıysa “azad” olacak;
“İşte özgürlük… Ve yaşasın beklentileri birilerine bağlamamak” diye haykıracak.
Hangisi güzel?
Bunun biraz tembellikle ve kafaların içindeki genişlikle de bağlantısı var…
Ama “ben” olarak baktığında hangisinin güzel olduğunu anlayabilirsin…
Ve hangisinin daha “özel” olduğunu yaşayabilirsin.
Yaşatıldığımız mahalle… Verildiğimiz okullar… Bizim için alınmış olan kitaplar, kıyafetler bile bizi “su üzerinde biraz daha tutabilme”çabaları değil miydi?..
Detaylar, zaman geçtikçe tartışılmaya başlanıyor hakikatten… Ve bizler “Tartışabilme pozisyonuna kadar getirildikten sonra!..”
İş işten geçtikten sonra “bir ömür önce”yi tartışmak ne kazandırıyor bize?
Hiç!..
Ama “geleceği” kaybettiriyor!..
Bir saat dün kavgası yapmaktansa, bir dakika yarın planı yapmak çok daha verimli değil mi?..
Hadi, birazcık kızdırayım şimdi sizi:
Sorayım hadi; “bunları kabul ettiğimiz halde neden uygulamakta zorlandığımızı…”
Çünkü, dünü yargılamak; mesuliyetleri birinin sırtına yüklemektir!..
Yarına plan yapmak ise; sorumluluk almaktır.
Hangisi olacaksın?..
Bırakalım artık “düşman” babaları, “dost” babaları…
Onlar da neticede bizim gibi bir insan…
Ve onlar da bizim gibi birer ölümlü!
Hiç kimse babasının “kim olmasına” karar veremez…
Ama kendi “kim”liğine karar vermek herkesin kendi elinde.
Çöz artık bacağından prangaları; “yürümene” mani olmasınlar…
Seç;
Kendi babasının yirmi yıl evvel yaptıklarını tartışıp duran biri mi olacaksın…
Yoksa yirmi sene sonra kendi yapacaklarını konuşan, planlayan biri mi?..
Bak, kulağına fısıldayayım:
“Ben böyleyim, ne yapayım” diyenler aptaldır, sakın onlara inanma… Çünkü, elbette biliyorsun ki; herkes kendini düzeltebilir ve en az bir adım atabilir.
Aptallara, tembellere, kasıtlılara “inanmak için” kulak kabartanlar ise boş kafalıdır.
Ne diyorduk?..
Güçlü beklentilerin olsun yarınlardan…
Ama ölünceye kadar birilerini bekleme!..
Baban da bir insandır, unutma… Hayatının başında “herşeyini” vermiş olsa da, hayatının sonuna kadar herşeyi ondan beklemek, senin için çok büyük bir utançtır!
Denizde bir bebek vardı…
Mühim değildi onun için “kim” ve “nasıl” biri tarafından kurtarıldığı…
Önemli olan; onun sudan alınması, en azından suyun üzerinde tutulmasıydı.
O bebek şimdi suda değil!..
Ve şimdi o “bebek” diyor ise;
“Benim babam iyi kulaç atamıyordu…
Babam kötü bir yüzücüydü ve beni kurtarırken bir kova da su yuttu!..”
Doğru olur mu?..
Ve doğru olur mu;
Kendi “bebeklerine” de bunu öğretiyorsa?
——————————————————–
Ben seversem…
Ama ben seversem, ben seni seversem; yüreğim kor, gözlerim kör olur!..
Gönül evini aç bana, mesken tutayım paylaşılmaz köşesini.
(Hanifi Aktaş-Sakarya)
Gönüllere umut veren, doğacak günün özlemidir.
Gün doğacak, eritecek karanlığı.
(Ülkühan Kapar-Almanya)
Sevgi; dünyayı toz pembe görmektir. Gerçek sevgiyi görebilmek için tüm renkleri görebilmek gerekir.
(Elif Karadayı-Boyabat)
ÖĞRENDİM Kİ!.
ÖLÜMLÜYÜZ!
Stop
Muammer Erkul
17 Ağustos 1999 Salı
ÖĞRENDİM Kİ!.
ÖLÜMLÜYÜZ!