Boş olmayan kutu [07 Kasım 2000 Salı]

Boş olmayan kutu

(Bu hikâyeciği daha önce de yayınlamış olabilirim… Ama hem aradan uzun zaman geçtiği, hem de sabah sabah HEPİMİZE İYİ GELECEĞİNİ düşündüğüm için sizlere yeniden aktarıyorum…)
Babası, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için kızını azarlamıştı. Çünkü minik kız, altın yaldızlı koskocaman tabakayı; ufak bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı…
Ama kızı, bu özel sabahın erken bir saatinde, kendi elleriyle hazırlamış olduğu paketi getirip;
“BU SENİN İÇİN BABACIĞIM…” Dediğinde çok üzüldü adam.
Acaba lüzumundan fazla mı tepki göstermişti?
Belki de…
Akşam söylemiş olduklarından UTANARAK, altın yaldızlı kâğıt ile sarılmış paketi açtı…
…..
Ama şimdi…
Yeniden öfkelenmişti…
Çünkü;
KUTUNUN İÇİ BOMBOŞTU!..
Tekrar bağırdı kızına;
“Birisine bir hediye verdiğin zaman…
Kutunun içinde…
Bir şey olması lazım hanımefendi!..
Bunu da mı bilmiyorsun?..”
.Küçük kız, yaş dolan üzgün gözleriyle onun suratına bakarak;
“Ama…
O kutu…
BOŞ DEĞİL Kİ BABA, dedi…
Görmüyor musun;
İçini ÖPÜCÜKLERİMLE DOLDURMUŞTUM…”
…..
Baba şimdi öyle fena olmuştu ki; koşup kızına sarıldı, beraberce ağlamaya başladılar…
Ve adam, kızının hediyesi olan o altın renkli kutuyu ÖMRÜNÜN SONUNA KADAR YATAĞININ BAŞUCUNDA sakladı…
Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse; bu MUHTEŞEM KUTUYU açmaya… Ve minik kızının SEVGİYLE İÇİNE DOLDURDUĞU öpücüklerden birini çıkarmaya başladı!..
Aslında bütün anne ve babalara kendi çocukları; sevgi ve öpücükle doldurdukları birer altın kutu vermişlerdir…
…..
Bir kimse…
Bütün hayatı boyunca…
KENDİ ÇOCUĞUNUN SEVGİ VE ÖPÜCÜKLERİNDEN daha değerli kaç hediyeye sahip olabilir ki?..

———————————————————-

Ah dergilerini hiç sevmezdim

“Banka şubelerini hiç sevmem” Bu sloganı hatırladınız mı?
Bir banka reklamının sloganıydı ve çok hoşuma gitmişti.
Bendeniz, neşeli olmaya çalışan, güzel espriler yaparak etrafıma pozitif enerji vermek isteyen biriyim. (Eh, laf aramızda veriyorum da.)
Pozitif enerji vermek için de, önce pozitif enerji yüklenmek lazım değil mi?
Yani sepetinizde birşey yoksa, karşınızdakine ne ikram edeceksiniz? (Abi, sepetim boş ama, en kısa zamanda dolduracağım mı diyeceksiniz?)
İşte bu pozitif enerjiyi yüklenmek için, bol bol kitap okumaya karar verdim. (Okudum da. Halen de okuyorum.)
İnsanı rahatlatan, kaslarını gevşeten, söylemek isteyip de söyleyemediği şeyleri mizahi bir zekâ ile yansıtan mizah dergilerini de okumaya karar verdim.
Ama bir de ne göreyim?
Aldığım mizah dergileri o kadar müstehcen ki, evde çocuklardan ve hanımdan gizlemek zorunda kaldım.
…Ve bir daha alamadım.
Çünkü, mizah deyince benim aklıma zekîce yapılmış espriler gelir…
Ama, piyasadan aldığım çeşitli mizah dergilerinde müthiş bir argo, müstehcenlik, iğrençlik, hakaret ve seviyesizlik vardı.
Esefle “benim” diyebileceğim bir dergiye rastlamadım.
Ah, dedim.
Ah, niye bizim de adam gibi bir mizah dergimiz yok. Bizim gülmeye hakkımız yok mu? Çoluk çocuk keyifle okuyabilecek bir yayınımız niye yok? Bu alanda müthiş bir boşluk var ve hangi babayiğit bu boşluğu dolduracak diye heyecan ve merak içinde beklemeye başladım.
Aradan birkaç ay geçti.
Birgün, çok sevdiğim bir dostum bana bir e-mail geçmiş. Geçtiği mesaj aynen şöyleydi:
“Bir mizah dergisi çıkarmayı düşünüyoruz. Bu konuda iddialıyız. Şu anda altyapımızı hazırlıyoruz”
Mevsim bahardı ve bu haber beni oldukça memnun etmişti. (Dergi sonbahara doğru çıktı. Ve ben size ilk sayısından kısaca bahsetmiştim)
Ama bazı endişelerim vardı.
Milliyetçi muhafazakâr çizgide, ahlakî kaygıları olan bir yayını nasıl çıkaracaksınız? Siz, diğerlerine göre, tek kol ile döğüşen savaşçılara benzersiniz, şeklinde bir cevap yazdım.
Dostum, “Merak etme. Biz alternatif olarak çıkıyoruz zaten. Biz başka telden çalıyoruz. Bizim türkümüz, sazımız, sözümüz başka.”
Neyse, birkaç ay sonra, beklediğimden çok daha iyi bir yayın ile piyasaya çıktılar.
Küçük endişelerim yerini mutluluğa bıraktı.
Derin bir “ohhhhh” çektim.
Dünya varmış!
Şimdi her ay, merakla çıkacak olan bu mizah dergisini bekliyorum.
Kaliteli, seviyeli ve tamamiyle profesyonel.
Hangi dergiden bahsettiğimi sanıyorum anladınız.
Evet, “AMELE”
Biliyorsunuz “amel” iş demektir, “Amele” ise işi yapan kimse.
Dolayısıyla hepimiz yaptığımız işin amelesiyiz.
Profesyonel yazar ve çizerlerin ürünü olan bu derginin Kasım sayısı fırından yeni çıktı. Sıcak sıcak… Bayilerde bulunur.
Öyle diğer dergiler gibi, okuyunca yarım saatte bitmiyor. Tam kırk sekiz sayfa ve emsallerinin hepsinden daha ekonomik.
Mizah, yerine göre yaralara merhemdir.
İnsana atılımlar için bir ivme kazandırır.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum.
Birlikte olmaktan keyif aldığınız insanların ortak bazı özellikleri vardır.
Hayat ile barışıktırlar, güleryüzlüdürler, esprilidirler. (Dr. Resul İzmirli’nin kulakları çınlasın)
………
Yazıma bir başlık attım ama, bu başlık ile ilgili yazı içinde birşey yok. Bari ayıp olmasın diye, başlık ile bağlantılı birkaç cümle yazayım da, vaziyeti kurtarayım.
Evet, eskiden mizah dergilerini hiç sevmezdim. Anlattığım sebeplerden ötürü.
Ama şimdi seviyorum.
Seviyorum ve mutluyum.
Siz de mutlu olabilirsiniz.
Bayinize ayda bir defa uğramakla ne kaybedersiniz?

Stop
Muammer Erkul
07 Kasım 2000 Salı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir