Pamuk Prenses’in parmakları ile taşınan bir gümüş tepsideki cam bardağa benzer ya bulutlar…
Bulutlar, içimde uçar da,, bil bakalım;
Kime doğru?..
Bir anne, çocuğunu hep hisseder; başına bir hal gelse sanki ondan önce çığlık atacak gibi..
Bir bebek, kendi uyurken bile kokusundan takip eder annesini…
Telefonu açtım. Sadece:
"Dinle" dedi!
…..
Sadece dinledim,,, ve… ve; yüzüme oturmuş bir filin altında, kafamın içinden çatırtılar gelmeye başladığı an kan ter içinde uykudan fırlamış gibi, nefes almayı hatırlayabilerek;
"Sen, İncirköy’desin, dedim… Sahildesin… Hatta lokalin bahçesinde, eski itfaiyenin arkasındaki küçük iskelenin kenarındasın…"
"Gene dinle", dedi. Gene dinledim…
Telefonun her deliğinden bir başka dalga sesleniyordu şimdi bana. Çırpınıyordu her biri biliyorum; annesini hisseden küçük birer kuş gibi. Atlıyordu, sıçrıyordu hepsi de kendilerine uzatılan telefona doğru…
O zaman şehir, ve kahır, ve zehir boyalı her bir örtü tüül tül çekildi, ve sıyrıldı, ve ayrıldı üzerimden… Eridi bütün buzlarım ve ben kar suyuyla yıkanmış bir köknar gibi tertemiz ve yemyeşil kaldım!..
İnsanlar sevinir de denizi duyduklarında; denizler sevinmez mi seslerini duyurduklarında?..
Seviniiir…
Bugün işte bunun için çırpınır akşama kadar benim denizim, bilirim…
Hadi uçarak gidelim artık gideceğimiz yere…
Kanatsız da uçabiliyor ya insan. Daha da önemlisi uçabiliyor ya insan. Biliyor musun; herkesin bir seni olsa kimse yerde dolaşmaz!..
Bir sen anlıyorsun beni…
Bir de, martılar dinliyor!..
Her çocuk, küçücük şeylerle sevinebiliyor, biliyor musunuz?..
Kimisi birkaç şekerle;
Kimisi, birkaç kontörle…
Stop
Muammer Erkul
18 Ocak 2004 Pazar