Eyüp Sultan’da… (20 Mayıs 2013 Pazartesi)

 

Eyüp Sultan başka bir âlemdir. Her adım bir tarihtir burada, bin hatıradır…
Hemen herkesin bildiği caminin hemen arka sokağında çekilmiş üç beş kareye bir kaç satır yazı ekledik, sitemize berekettir…
Beğeneceğinizi umuyorum.


Bu semt ve bu cami sanki İstanbul’un ruhudur ve malum "Eyüp Sultan" ismiyle anılır.
İlmihaldeki ilgili maddesinde şu bilgiler de bulunur:

"EBÛ EYYÛB-İ ensârî “radıyallahü anh”: Hâlid bin Zeyddir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerindendir. Resûlullah Medîneye hicret edince, bunun evinde yedi ay misâfir oldu. Bütün gazâlarda bulundu. Yüzelli hadîs-i şerîf bildirmişdir. 50 [m. 670] de, Süfyân bin Avf emrinde İstanbul’a gelen ve içlerinde Yezîdin de bulunduğu asker arasında otuzüç Sahâbî vardı. Bunlardan hazret-i Hâlid dizanteriden vefât etdi. Fâtih Sultân Mehmed Han’ın hocalarından Akşemseddîn efendi kabrini keşf etti. Üzerine güzel türbe ile bir câmi’ yapıldı. 1723’de uzun iki minâre yapıldı. Eyüp Sultan câmi’i, üçüncü Selîm hân tarafından 1800’de yeniden yapıldı. İlk Cuma namazında sultân da bulundu. Câmi’in son ta’mîrini 1960’da başvekîl şehîd Adnan Menderes yaptırmıştır. Türbenin son tamirini ikinci Mahmûd hân yapdırmışdır. Sanduka üzerindeki yazılar, sultânın el yazısıdır. Türbede asılı levhadaki iki beyti üçüncü Selîm hân söylemiş, Yesârîzâde yazmışdır. Nakş-i kadem-i Peygamberî (Sevgili peygamberimizin mübarek ayak izi) Birinci Mahmûd hânın emri ile 1634’de saraydan türbeye getirildi."

…..
İşte, türbenin  arka kısmı ile mezarlık arasında kalan yoldayız…


Gayet sıcak bir gün, solda türbenin arkasında kalan bölüm, sağda mezarlığın bulunduğu tepe.
Her yola her mahalleye yakışan kedilerden biriyle yürüyoruz…
 


Sokağın tam ortasından yukarıya doğru merdivenli bir yokuş başlar…
 

Bu yolun hemen başındaki çeşmenin üzeri, bilinmiş kimselerin mermere oyulmuş isimleriyle kaplıdır.
 

Üzerinde "Ebedî Eyüpsultanlılar" yazan çeşmenin mermerine kazınmış son isim,
sevgi ve minnetimizin hiç tükenmeyeceği kişiye aittir.
Ve O’nun isminin, dünyada bir an bile ayrılmadığı mübarek hocasının isminin yanında olduğunu
(tam oraya denk geldiğini) görenlerin aklına;


"Burada bile birlikteler, yine ayrılmadılar" düşüncesinin gelmemesi mümkün değildir…




Merdivenli yokuşun hemen başındayız…

Mısırcının arkasındaki duvarın üzerinde, kendinden geçmiş halde uyuyan siyah beyaz yamalı kedinin kuyruğunu tuttum.
Korkutmak istemedeğim için dikkatlice, iki parmağımla, sadece dokunur gibi tuttum…


İrkilmek, korkmak, kaçmak filan da da ne kelime?
Sadece başını kaldırdı: "Buyur birader, ne istedin?" gibisinden! :)))
Sonra ağzını açıp uzuuun uzun öyle bir esnedi ki… 
Şimdi, şu anda, ona bakarken kimler esnedi dersiniz? 😉


Bu poz kaçmazdı. Kaçmadı da…
Her ne kadar denk getirmek kolay olmadıysa bile… 


Sonra güzel ve yeşil bakışlarını sükunetle etrafta gezdirdi…


Ve sonra patisini yalaya yalaya, yüzünü yıkayıp "kişisel temizliğine" başladı…


Eyüp Sultan Camii, sanki madde ile mana arasında bir köprü, bir özel buluşma noktası gibidir…


Buranın sakinleri ve sevenleri, sanki dünyaya bakan gözlerini bir yerlerde unutmuş, kaybetmişlerdir de,
kalan gözlerini, öbür aleme çevirmişlerdir! 


İsteyenin hemen geçemediği fakat mutlaka geçeceğini bildiği bir buluşma yeridir ahiret.


İşte oradadır asıl âlem. Oradadır sonsuzluk!..

ARKADA KALAN DİĞER SOKAK:

Eyüp Sultan Camii’nin doğu yönüne açılan kapısından çıkınca; az ileride karşıda, imarethanenin yanındaki kapının üzerinde "Mihri Şah Valide Sultan" ismi yazar.
Kapının tam karşısında Sıbyan mektebi, yanında İmarethane
Cülus Yolu‘nun kenarına yakın bir yerde ise Binek Taşı...


Peki nedir, günümüzde pek kullanılmayan bu isimler?
Ya da şöyle sormak lazım; bu isimleri ve ne olduklarını bilmemeye acaba hakkımız var mı?  

Valide Sultan, "Padişah annesi" demek…
Mihr-i Şah Valide Sultan, Sultan Üçüncü Mustafa’nın hanımı ve Sultan Üçüncü Selim Han’ın annesi idi.

MİHRİŞAH VALİDE SULTAN (Sıbyan) MEKTEBİ  

Eyüp Sultan camiinin doğusunda, bostan iskelesi sokağı (Cülüs Yolu) üzerinde, Pertev Paşa Türbesi arasında, Mihrişah Valide Sultan Türbesinin karşısında bulunmaktadır.
Ön tarafında bulunan mezarlık, Valide Sultan Mektebi binasının 1210 (1795) Tarihinde Türbe, İmaret ve Sebil ile Osmanlı Padişahı III. Mustafanın eşi, Sultan III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan tarafından yaptırılmıştır.
Yapı 1995 yılında Eyüp Sultan Camii ve çevresini koruma projesi kapsamında restore edilmiştir.
Sıbyan mektepleri, istanbul’un fethinden tevhid-i tedrisat kanunun yürürlüğe girişine kadar hizmet veren ilk okuma ve din bilgileri okullarıdır.
“Mekteb-i Sıbyan”, “Muallimhane”, “Mektebhane”, “Daru-l İlm”, Daru-l Talim”, “Mahalle Mektebi” olarak da bilinir. Binası kâgirden olanlara “Taş Mektep” denmekteydi.

Sıbyan mektepleri İstanbul da olduğu gibi diğer Osmanlı kasabalarında da en yaygın eğitim ve öğretim kurumları idi. İstanbuldaki sıbyan mekteplerinin başlıcaları büyük külliyelerin bir parçası olduğu için, imkanları daha fazla ve hocaları da seçilmiş olurdu. Bu nedenle herkes okuma çağına gelen çocuğunu bu tür sıbyan mekteplerine vermeyi arzu ederdi.  


 
 


CÜLUS YOLU 


Cülus Yolu, Fatih Sultan Mehmet’ten Sultan Vahideddin Hân’a kadar Osmanlı Padişahlarının tahta çıktıklarında kılıç kuşanıp ata bindikleri, cülus törenlerinin yapıldığı, padişahın hükümranlığını sembolize eden tarihî bir yoldur.

Geleneğe göre Sultan kayık ile Eyüp’e gelir, vezirler ve devlet adamları yolun başında kendisini selamlar.
O ise binek taşının oradan atına binerek Eyüp Sultan Hazretleri’ni ziyaret ederdi…

Sultan’ın bir işareti üzerine Şeyhülislam gelip; beline dört halifeye ait kılıçlardan birini kuşatır ve Allah’ın yardımıyla din ve devlet düşmanları üzerine muzaffer olması için dua ederdi.
Törenden sonra Sultan yeniden ata biner yolda toplanan ahaliye Cülus bahşişi dağıtarak Topkapı Sarayı’na geri dönerdi.  
 


Bir döneme damgasını vurmuş, Osmanlı Padişahlarının iktidara ilk adımı attıkları Cülus Yolu’nun ortasında bulunan, sultanların ata bindikleri tarihi "Binek Taşı" halen ziyaretçilerini beklemektedir.


 
İşte binek taşı… Burada nice sultanlar kılıç kuşandı, atına binip (sokağın sonuna kadar, sembolik yürüyüşünü tamamlayıp) Eyüp Sultan hazretlerinin kapısına vardı ve ziyaretini yaptı…     


Nice kılıç kuşanma törenine şahit olmuş bu sokakta hatıralar ardı ardına gelip geçiyor gibi.


Sebillerin estetiği, dış görünüşü inanılmazdır… Cülus Yolu’ndaki sebil de en özel örneklerinden biridir.
Çoğu kimse başını yaklaştırıp sebillerin içine bakmayı akıl etmez.
Parmaklıkların içinden, dışarıda bekleşenlere içecek ikramı yapılan bu yuvarlak kısım bir odacıktır.
  


İşte bir kapısı ve hemen karşısında çeşmesi vardır.
Görevli bu çeşmeden doldurur ve ikramı yapar.
Birçok vakıf sebilinde farklı içeçekler de ikram edilirdi. Örnek olarak: "Ramazan-ı Şerif ayında, Anzer yaylasından getirilmiş olan baldan şu oranda karışım yapılarak ve içine şunlar dahi katılarak hazırlanmış bal şerbeti insanlara sunula" diye kurulmuş vakıflar vardı.
   



Sıbyan Mektebi  son yıllarda bir "Tefekkür Bahçesi" olarak kullanılıyor. Hayatın ve mematın (ölümün) iç içe olduğu bu avluda çeşitli kurslar veriliyor. Eski dostlarımdan Mehmed Emin ağabeyin "kitap okumak" konusundaki tatlı sert ikazı ise güne bir dipnot olarak kalıyor! 

Kimin taşlarıydı bunlar?.. Kimdi, arkalarından böyle büyük taşların, mermer bloklarının oyulma zahmetine katlanıldığı insanlar…
Kaç yıl geçti acaba üzerlerinden?
Kim bilir kaç yıl önce yuvarlandı mezar taşlarının üzerinden; kendi makamlarını, unvanlarını temsil eden mermerden sarıklar, kavuklar, fesler?..
Ve o başlar da, bir zamanlar; kendilerinden önce yaşamış kimselerin mezartaşlarındaki sarıkların, kavukların yanına geliyordu ve gözleri onlara bakıyordu da, hakikatlar onlara da sanki hiç olmayacak bir hayalmiş gibi geliyordu!

Ahh, sıbyan mektebi!..
Öyle bir yerdesin ki, hepimiz; vermek istediğin dersin talebesi olan sıbyanlarız.
Acaba büyümeye zamanımız olacak mı?

 

.

10 yorum

  1. Mavileriniz konuşuyor yine maşallah ağabey. 😉
    Çok bereketli bir sayfa olmuş, gezmiş gibi olduk ellerinize sağlık.

    Alperen

  2. Yerim ben o kedileriii:) Kediler ve çocuklar ve bir de çiçekler ve bir deee… Desem mi demesem mi? Diyeyim:) Bir de “Muammer Erkul”un yakışmadığı bir yer var mı dünyada;) :)))

    Yan yana gelen o güzel isimler de, ibretlik gerçekten abiciğim… Sevenleri sevdiklerinden ismen dahi ayırmıyorlar demek ki… O zaman sevmeye, çok sevmeye devam:) Sevelim, sımsıkı sarılalım ki sevmemiz gerekenlere; dünyada da ahirette de, tabiri caizse, kimseler kıyamasın ismimizi birbirinden ayırmaya bile… Öyle, değil mi?
    Gezen ayaklarınıza, bakan gözlerinize, fotoğraf çeken ellerinize, hakikatini gören gönül gözlerinize ve sayfayı yazan-hazırlayan ellerinize sağlık abiciğim. Gönül dolusu teşekkürler:)
    Hicran Seçkin

  3. Yediğin içtiğin senin olsun, gezip gördüğünü anlat derler. Siz de öyle yapmışsınız abi. Sağolun varolun.

    Kamil

  4. Ne güzel bir gezi yazısı olmuş. Hep gezdiğimiz gördüğümüz bildiğimiz yerler hakkında bilmediğimiz malumatlar. Teşekkürler ederiz üstad. İstanbul’un seyahat defteri… 🙂
    Celal Temür

  5. Görüntüler muhteşem, ne güzel yerler, orada olmak isterdim.
    Kükreyen, kendini arslan sanan(!) kedi resmi de nadir rastlanacak bir kare…
    M. Emin Arvas

  6. EYLÜLDÜ ŞUBAT

    Gökyüzü maviydi
    Günlerce akıp giden dua uykusunda,
    Bir yeşil tabut uzandı rüyamın penceresinden…
    Bir gün sonrası Eylül’dü, Şubat değil…
    Eyüp’ün kalbinde bir iç çekiş!
    İnsanlar ağlamaklı!
    Kuşlar dönüp durdu semada,
    Bir mübareğin ruhuydu, yakınlaştı…
    O gün Şeb-i aruzdu
    Eylüldü Şubat değil…
    Sellerce akıp giden dua ordusunda,
    Ellerinde ıslak mendili insanlar,
    Nurdu ışığına uğurladı…
    Yalnız bu an hayal değildir.
    Bu dem de hayat!
    Levh-i mahfuz cilvelidir.
    Emir vaki olunca…
    Mevsim şubat değildi.
    Mevsim eylül!
    O mihnet dolu yorgun beden,
    Muhabbet bıraktı,
    Bir Mücahidin defterinden…
    Banaysa onu hatırlatan bir evlat!
    Adı ‘’Enver’’

    Güllaç

  7. Çok güzel olmuş efendim, Osmanlı yapıları insana çok ferahlık huzur veriyor… Teşekkür ederiz Muammer abi, hürmetler…
    Şaban Bilgin

  8. Ah Eyüp! Can Eyüp! Aşk Eyüp!..
    Yıllardır nefeslerimin tükendiği anlarda soluklandığım Eyüp!
    Zaman zaman o sevgiliye gider gibi, gidip koynuna sığındığım Eyüp!
    Evden yürüyerek gitmeye niyet ettiğim günlerde, “Efendim(sallallahüaleyhivesellem) sana gelemedim yılladır ama bu kadar yakınımda senin bir tesellin var” deyip uçarak gittiğim Eyüp!
    Sanki Efendim (sav) aramda bir kandil gibi yanan Eyüp!
    O gül kokulu Sultanımı(sav) evinde misafir eden, İstanbul’un en kutlu ev sahibinin evi Eyüp!!!
    Başımda bir taç gibi duran Eyüp…
    ahh Eyüp…

    İLİRYA

  9. Ziyafet vereceksiniz ve tüm titizliğiniz beraberinde son derece özen göstermektesiniz. Evet, tüm hazırlıklar bitti. Uzaktan şöööyle bir bakayım, hımmm tamamdır görsel şölen de muhteşem… Konuklarımı bekliyebilirim hazırım!
    Dercesine, mükemmel bir sunum olmuş…

    Çok teşekkürler.
    Gönülden, gönüle 🙂

    PAFİ

  10. Hiç gidemediğimiz yerlere özlemle gıbta ile baktık inşallah bir gün ziyaret nasib olur diye, emeğinize çok teşekkür ederiz efendim allahü teala razı olsun.
    Zerrin

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir