Hacı Şeremet [11 Kasım 2004 Perşembe]

Çocukluğumdan beri duyuyor… Bu köşede yazmaya başladığımdan beri de sizlere duyurmaya çalışıyordum Şeremet’i…
Onu anlatmak bugüne nasipmiş; biraz buruk olsam da…
…..
Yaşı yetmişin üzerindekiler;
“Anne babalarımız zamanında hâlâ o taallukattan (akrabalar, hısımlar, bağlantısı olanlar) yaşayanlar varmış. Bazen köye yolları düşer, bazen de onlara yakın tarlalara giden köylüler selam vermek için uğrar, konuşurlarmış. Ama biz yetiştiğimizde çiftlik boştu. Ölen ölmüş, giden gitmiş, sahipsiz kalmıştı koca arazi…” Diye anlatıyorlar.

İşte Şeremet burada (yanaşma-hizmetçi) çobanmış… Nereden, nasıl, ne zaman ve kaç yaşında geldiğini, veya çiftlikte mi doğduğunu bilen yok şimdi yaşayanlardan. Ama eline ayağına çabuk, safça bir delikanlıymış Şeremet.
Saygı ve sadakatle hizmet ettiğinden, çiftlikte yaşayan herkes tarafından seviliyormuş.
“-Neden hep kurumuş odunları topluyorsun? Dal kesip getirsene ormandaki ağaçlardan” dedikçe hanımı;
“-Dalını koparınca ağaçlar ağlıyor!.. Ben üşenmem hanımım. Kuruyan dalları toplar getiririm, sen ses etme bana yeter” dermiş…
Sorumlusu olduğu hayvanların barınacağı yeri temizler, altlarına saman serer… Ama ilk önce kendisi yatarmış yere, gömleğini çıkartarak. Batıcı, can yakıcı bir şey kalmasın diye yuvarlanırmış samanların üstünde!..

O zamanlar Hicaz’a hareket eden bir hac kafilesi aylarca yol gidiyor, aylarca da dönüyormuş. Yani gidenler unutuluyormuş nerdeyse…
“Artık vakti geldi” diyerek bir sene Bey, katılmış kafileye. Gitmiş ve üzerinden çook zaman geçmiş… Çiftliğin işleri de kendi seyrinde devam ediyormuş.
Bir gün Şeremet, avluya sokularak;
“Hanımım, diye seslenmiş. Beyin canı çekti. Bir helva kavursan da götürsem…”
Gülmüş tabii ki kadıncağız, ama yine de bozmamış.
“Olur kavurayım, demiş. Şimdi git de, biraz sonra gelirsin…”

Bir süre sonra, helva tabağını koymuş Şeremet’in önüne hanımı. Rahat rahat yesin diye de içine bir tahta kaşık sokmuş!..
“Böyle olmaz ki, demiş Şeremet. Ben bunu beye götüreceğim, tenceresiyle beraber güzel bir sofra bezine sarsan daha iyi olmaz mıydı?..”
“Hadi öyle olsun bakalım, demiş kadıncağız içinden. Canı çok istemiş, besbelli. Bari inanmış gibi yapayım da, mahcup olmasın garip!..”
Neticede, kucaklayarak Şeremet, sarılı helva tenceresini çiftliğin kıblesindeki ağaçlığa doğru yürümüş…

Birkaç hac arkadaşıyla birlikte Kâbe-i muazzama’ya yakın bir düzde oturuyormuş Bey. Kim bilir, belki de memleketten bahsediyorlarken yanlarında beliren kişi onun önüne bir bohça koymuş ve çarçabuk gözden kaybolmuş…
“Bu, bu kimse bizim çoban Şeremet’e ne kadar benziyordu” diye söylenmiş adamcağız… Sonra;
“Yahu bu bez de bizim beze çok benziyor…
Hatta bu.. Bu tencere, bizim tencere!.. İşte bu da benim nakışlattırdığım kaşıklardan biri” diye şaşırıp kalmış!..
…..
Şu an, içindeki sıcacık helvanın mis gibi dumanları havaya karışan tencere başındaki herkes, yaklaşık bir saat kadar önce, çiftlik beyinin;
“Aaahh ah! Bizim hanım bir güzel un helvası kavururdu ki, sormayın… Olsaydı da şimdi şu yemeğin üstüne, hep beraber yeseydik” dediğini sanki tekrar işitiyormuş!..”
…..
(Sonra neler mi olmuş? Yarına kadar sabredeceksiniz…)

Stop
Muammer Erkul
11 Kasım 2004 Perşembe

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir