Bazı gazeteler hâlâ nasıl çıkabiliyor, anlamıyorum.
Bazı gazeteleri çıkaranlar okuyup yazmayı biliyorlar mı? Eğer biliyorlarsa dün attıkları manşeti bugün görüyorlar mı?.. Eğer görüyorlarsa, yarın “yine utanacakları” yeni bir başlık atmak için neden yırtınıyorlar bugün de böylesine, anlamıyorum!..
Ve bazı gazeteleri hâlâ nasıl satın alıyor birileri?..
Asıl onu anlamıyorum!
Acemi sürücü yoldaki çukurları avlar, derler…
Lâkin biliyorsan bir sürücü en az senin kadar tecrübelidir… Ve görüyorsan yoldaki bütün çukurlara, deliklere dalmaktadır, ne düşünürsün;
Yolcuların “beynini sarsmaya” çalıştığını düşünmekten başka?..
Bazı gazeteler hâlâ nasıl çıkıyor, anlamıyorum.
Kopardıkları “kıyamet”ler yüzlerce kere beraat almışken…
Ortaya, birer “pislik” gibi attıkları iddialar yüzlerce kere çürümüşken…
Bu ülke insanının değer verdiği hemen hemen bütün mefhumlarla böyle düşmancasına, böyle kanlıymışcasına savaştıkları halde…
Ve hatta, belli ki; kendileri gibi düşünmeyen hiç kimseyi vatandaş, daha da vahimi “insan” bilmediklerini yine aynı insanların gözüne baka baka söyledikleri halde;
Bazı gazeteler hâlâ nasıl satılıyor bayilerde…
Nasıl çıkıyor onları satın alan birileri;
Anlamıyorum…
Ve hiç anlamayacağım!
Ama bildiğim şu var ki; sen, eğer evine ekmeğini “salyalı” bir gazeteye sarıp götürüyorsan bugün…
Yarınki ekmeğini “kusmuklu” bir gazeteye sarıp götüreceksin!
Çünkü matematik, varolduğu günden bu yana; “iki kere iki dört eder” dedi!
Bu “lisanla” açmışken ağzımızı, “her zaman söylenemeyecekleri” de söyleyelim bari:
Benim, “inancından dolayı örtünen” insanların bazı özgürlüklerine mani olunuyor olmasını görüp, bîtaraf kaldığımı kimse düşünmesin.
Elbette tarafım…
Benim de çok yakınlarım aylarca aynı acıyla kıvrandı… En zoru karar vermeleriydi… Kazandıkları üniversitenin bulunduğu şehre defalarca, defalarca gidip gelenler oldu.
Ve, inandıkları gibi; olaylara karışmadan…
İnandıkları gibi ve şekilde yaşamayı seçip, geri dönenler oldu.
Burda; “O fakülteyi bitirmek inancımın gereği değil… Ama inandığım gibi örtüneceğim” diyenleri yargılamıyorum…
Burda; bir elinde kitapları, diğer elinde başörtüsü… Ağlaya ağlaya okulunun kapısından içeri girenleri de yargılamıyorum…
Burda; kendi kızkardeşi de belki aynı anda başka bir okul kapısında aynı eziyeti çeken polis memurlarını da yargılamıyorum…
Ama… Ama; “Ben, sizin şu an önüme koymuş olduğunuz yasağı şimdi delerim” tavrı içinde kendi devletinin polisiyle göğüs göğüse, itişe kakışa, yerlerde yuvarlana yuvarlana mücadele eden ve sonunda polis araçlarına tıkılan genç kızlar, inançlarını öğrendikleri muteber bir kitaptan, bu yaptıklarının “caiz” olduğunu söyleyen bir satır göstermeliler bana!..
Bu; ince ve sıkıntılı bir köprüdür;
Elbette geçilecek olan.
Sabır…
Ve ne olur dikkat!
Kan ağlayanlar, “kan yalayanların” kurbanı olmasın!.. Kimse kendini kullandırmasın.
Şahsî kanaatim; bu meselenin elbette, elbette, elbette… Ama “sükûn ortamında” çözüleceğidir. Hem de, belki de inşaallah ilk hükûmet zamanında…
Tıkanıklığın; biraz derinde, gösterilen tabloyu aştığını da görmek gerekiyor!
Ayrıca siyasilerin (en azından çoğunun) “inancı yüzünden örtünenlere” hoşgörüyle baktıklarından eminim… Ben, üzerinde benim de bulunduğum kürsüde konuşan Bülent Bey’in, yani Meclis’te bulunan tek sol partinin genel başkanının, Sultanahmet Meydanı’nı dolduran kalabalıktan müsaade isteyip, “okunan ezanları dinledikten sonra” konuşmasına devam ettiğine de şahidim…
Lütfen biraz derin düşünün… Lütfen biraz sakin olun, sabredin.
Köpükler sönsün, sular durulsun.
Şu gökyüzü altında hangi problemin yok ki çözümü?..
Stop
Muammer Erkul
05 Mayıs 1999 Çarşamba